Cuma, Mart 04, 2011

MENDOZA

18.02.2011
Santiago’daki son gece Oscar’ın balkonunda dolunayın doğuşunu seyrederken, şarabımızı içip sohbet ediyoruz. Oscar Peru kökenli bir üniversitenin bilgisayar bölümünde çalışıyor. Dünyayı merak ediyor. Beni resmen sorguya çekiyor. Tabi benim İspanyolca konuşma çaban da böylece havaya gidiyor ve sohbet İngilizce devam ediyor.
AND DAĞLARINDAN DOLUNAY DOĞUYOR

Şili’den çıkmadan bir iki noktaya değinmek istiyorum. Pek çok şehre garip bir şekilde İspanyol generallerin isimlerini vermişler.
Bir de her şehirde San Martin caddesi var. San Martin 1800 lerin başında başlayan İspanyollara karşı verilen bağımsızlık savaşının önderi. Şili nüfusunun üçte biri Santiago’da yaşıyor. İnsanlar sevecen ve yardımsever ama her yerde her iş için bahşiş istiyorlar.
Şili’de hemen hemen bütün Latin Amerika ülkeleri gibi uzun süre askeri diktatörlüklerle idare ediliyor. 1970 lerde maden işçilerin ve köylülerin desteği ile seçilen Allende 3 yıl sonra kanlı diktatör Pinochet’nin Amerika desteği ile yaptığı darbeyle yıkılıyor. Bütün sosyalistler, sempatizanlar ya da sosyalist olduğu düşülen insanlar işkence görüyor ve ülkelerinden sürülüyor. 1989’a kadar bu diktatörlük devam ediyor. Ancak 2000 lerden sonra Latin Amerika’da sosyalizm yükseliyor.

AND SIRA DAĞLARI
Mendozya geçiyorum. Özellikle bu yolculuğu gündüz yapmak istedim ve çok doğru bir karar vermişim. And sıra dağlarını aşıyoruz. Gerçekten sıra sıra dağlar. Manzara her an değişiyor. Salyangoz dedikleri bir yoldan tırmanılıyor. Otuz kadar dönemeç var. And dağlarını aşılıp Arjantin’e geçildiğinde daha çok çöl manzarası hakim oluyor. Yolların kapanmasını engellemek için dağların eteğine zaman zaman yapay tüneller yapmışlar. Genellikle iki ülke sınırı arasında bir boş bölge vardır. Burada öyle bir alan yok. Büyük kapalı bir alan yapmışlar. İçinde yan yana iki kulübe var. Biride Şili polisi çıkışınızı yapıyor, diğerinde Arjantin polisi girişinizi. Hava şartları sınırları bile kaldırmış bir bakıma. Muhteşem bir otobüs yolculuğu yapıyor ve Mendoza’ya varıyorum.CS den Gabriel’in evinde kalacağım.
SALYANGOZ DENEN YOL

Ev şehir merkezinde bir apartman dairesi. 4 bilgisayar mühendisliği okuyan öğrencinin birlikte oturdukları bir mekan. Ankara’da Hüsnülerin langırt dediğimiz bir evi vardı aynen onun gibi. Gabriel beni kapıda karşılıyor. Cennete mi geldim acaba diyorum. Evde bir yığın yakışıklı genç çocuk hanicennette huriler var ya onun gibi birşey. Şaka bir yana ev tam bir öğrenci evi. Darmaduman. Akşam sevgilileri gelip kalıyor.


Gabriel çok akıllı ve sevimli bir çocuk. Gece birlikte hasat mevsiminin başlangıcı için düzenlenen bir şenliğin yapıldığı parka gidiyoruz. Müzik, yemek ve hediyelik eşya stantları ve kalabalık insan toplulukları. Tam şenlik yani. Yemek yiyip politika konuşuyoruz. Gabriel kendini anarşist olarak tanımlıyor. Burada tanıştığım gençler içinde sosyal konularla en ilgili olan o.
SATICI KIZ

19.02.2011
Sabah Gabriel ile ikimize muhteşem bir kahvaltı hazırlıyorum. Zeytin, peynir,
domates, yumurta , tereyağ ve dulce de leche- bir nevi karamele reçeli- bir kahvaltı. Şimdiye kadar kaldığım hostellerde kahvaltı genellikle reçel ve yağdan oluştuğu için bu kahvaltı bana pekiyi geliyor.
İSPANYA PARKI
Mendoza 1861 de bir depremle yerle bir oluyor. Şehir yeniden inşa edilirken çok depreme karşı önlem olarak çok geniş caddeler ve şehrin merkezine 5 tane büyük park yapılıyor ki deprem olursa halk oralarda toplansın diye. İspanya,İtalya,Peruve Şili diye isimlendiriyorlar.Ortadaki de en büyük ve bağımsızlık parkı.


Caddelerin iki yandaki ağaçlar caddelerin üzerini kapatıyor ve her tarafı yeşil bir görüntü kaplıyor. Evliya Çelebi İç Anadolu için de günlerce gidip gökyüzünü göremezsiniz diye yazmış zamanında. Ama roma hamamları bu güzelim ağaçların kökünü kazımış.
Dolaşırken meydanların birinde dans gösterisi ve güzellik yarışmasına denk geliyorum. Böyle sürprizler insanı çok mutlu ediyor. Anladığım kadarıyla bu bölgenin çeşitli yerlerinden seçilmiş güzellerin içinden en güzelini seçiyorlar.Ayrıca oranın yerli danslarından bir gösteri seyrediyorum.


Buradan Mercado central diye bir çarşıya gidiyorum. Her türlü yiyeceğin satıldığı, her çeşit ayaküstü lokantanın bulunduğu bir mekan. Sonra da Mendoza’nın güzel sokaklarında ve parklarında dolaşıyorum. Oturduğum kafede Danimarkalı bir çiftle karşılaşıyorum. Onlara fikir veriyorum. Ben artık buradaki pek çok yeri biliyorum yaa. Şöyle yapın şuraya gidin falan. Çok havalı oluyor.

Akşam Gabriel beni b tün lokantaların, barların bulunduğu sokaktaki bira yapılan şık bir lokantaya götürüyor. 6-7 çeşit bira yapıyorlar. Çok güzel caz çalıyor. Keyifli bir gece geçiyor.
BREWERY DENEN BİRA ÜRETİP SATAN BİR MEKAN

20.02.2011
Mendoza depremden sonra kurulan çok düzenli bir şehir.bir kenarında muhteşem bir park var. Ağaçlar, suni göller. Pazar olduğu için herkes parkta. Park pek güvenli değil dedikleri için yanıma küçük fotoğraf makinesini ve bir miktar para alıp gidiyorum. Gölde yarışlar var. Temiz havayı içime çekerek dolaşıyorum. Parktaki manzara tepesine gitmek istiyorum ama yolumu kaybediyorum ve etrafta soracak kimse yok. Herkes ya bisikletli ya koşuyor.


Neyse yürüyen bir adam görünce ona soruyorum. Çok yanlış yere gelmişim. Adamla sohbet ederken anlaşılıyor ki babası 1933 de Suriye’den buralara gelmiş. Adı Tevfik ama o tavik diyor. Kızının adı da Leyla ona da layla diyorlarmış. İngilizce bilmediği için İspanyolca sohbet ediyoruz. Parktaki spor merkezinin lokantasının sahibiymiş. O gün de lokanta da açık büfe bruch var. Çeşit çeşit mezeler var. Öğlen saati olduğu halde adam otur bir şey ye demiyor. Burada adet böyle deyip adamla vedalaşıyorum.
Eve dönerken yolda Lübnan kültür derneğinden bir müzik geliyor. Hemen dalıyorum. Özel tango dersi var. Onu izliyorum. Akşam da bizim evin karşısındaki bar da milonga olduğunu öğreniyorum.
Milongaları izlemek çok keyifli oluyor. Erkeklerin yaş ortalaması 50 nin kesin üzeri. Son derece şık giyinmiş oluyorlar. Yeşil ceket, kırmızı gömlek. Genelde de siyah gömlek kadınlar ise inanılmaz şık. Yaldızlı, pırıltılı kıyafetler, yüksek topuklu ayakkabılar ama öyle böyle değil. Kırmızı, mor yaldızlı, çiçekli özel tango ayakkabıları. Maalesef bar çok karanlık olduğu için doğru dürüst fotoğraf yok. Girişte bir para alıyorlar ve sordular bana dans edecek misin diye. Yok, seyredeceğim dedim. Arkada bir masa gösterdiler. Geçen seferden boyunum ölçüsünü aldığım için baştan tedbirimi aldım. Ama adamın biri arkada olduğuma aldırmadan beni dansa kaldırmasın mı? Bilmiyorum, teşekkür ederim falan dedim ama adam dinlemedi. Ben de ikiletmedim doğrusu. Suç benden gitti dedim. Adam çok zarif çıktı. İki parçayla ettiğimiz her dansın sonunda çok iyi diye bana moral verdi
21.02.2011
Bu akşamüstü Salta yolcusuyum. 18 saatlik bir yolculuk. Otobüs yolculuklarını seviyorum. Bir kere gece yol alıyorsun, günden kazanıyorsun. Ayrıca otobüsler çok lüks. Akşam sabah öğlen yemek veriyorlar. Devamlı film oynatıyorlar. Ayrıca etrafı seyretmek de çok keyifli. Blog yazılarımı ve fotograf seçimlerimi hep otobüslerde yapıyorum. Onun için 18 saatlik otobüs deyince kimse benim adıma üzülmesin. Ben çok keyifle gidiyorum bu 18 saati.
ŞARAP MÜZESİ

Otobüse atlayıp Mendoza’nın bağlarının ve şarap yapım merkezlerinin olduğu Maipu’ya gidiyorum.Mr Hugo diye bir yerden bisiklet kiralıyorum. Çok sevecen bir karı koca işletiyor. Civarlar ilgili her türlü bilgiyi veriyorlar. Dönüşte çay, şarap ister misin diye sordular. Hatta adam otobüs için bozuk paran var mı diye sormak için arkamdan durağa kadar geldi. Bozuk para meselesi otobüse binmek için önemli.
Bir kere yanımda bozuk para olmadığı için şoför nerelisin diye sordu ve başından savar gibi hadi geç otur dedi. Çok utandım ve artık hep yanımda bozuk para
taşıyorum.
MÜZE

ŞARAP SIKMAK İÇİN İNEK DERİSİ KULLANMIŞLAR
Etraf bisikletli turist gençler dolu ve tabi bir de ben.
Önce bir şaraphanenin şimdi bir bölümünü müze haline getirdiği mekânı geziyorum. İngilizce tur bir saat sonra olduğu için İspanyolca tura kulak kabartıyorum. Buranın önemli bir üzümü Malbec, İtalyanlar geldiklerinde şarap kültürünü de getirmişler. 1800 lerden bu zamana kadar kullandıkları alet edevat, sepet, şişe, süzme kaplarını görebiliyorsunuz. İnek derisinden yaptıkları üzümü ezme kazanı en çok ilgimi çekti


Oradan ağaçlardan tünel yapmış bir tarafı bağlar bir tarafı zeytin ağaçlarıyla dolu yolda 10 km kadar daha pedal çeviriyorum. Hava güzel, hafif bulutlu midem hala pekiyi değil ama olsun, keyfim yerinde.
Familia Di Tommaso yani Tommaso ailesinin şaraphanesine varıyorum. Bunlar da İtalyan bir aile 1869 da Mendoza’ya gelmişler ve burasını oluşturmuşlar. İlk şarap bekletme yerlerini tuğla ve çimentosunu Fransa ve Almanyadan getirdikleri içini balmumu ile kapladıkları kulemsi yerlerde yapmışlar. Şimdi oraları şarap depolamak için kullanıyorlar. Sonra da şarabın kalitesini arttırmak için oak? fıçılarda dinlendiriyorlar. Şarap bu fıçılarda ne kadar uzun dinlenirse o kadar kalitesi artıyor ya da fiyatı diyelim.
ŞARAP TADIM FASLI

Ailenin torunları burayı işletiyor ve butik üretim yapıyorlar. En pahalı şarapları 60 TL idi. İçebilecek gibi olsam alacaktım ama taşımak gözümde çok büyüdü. Bavulum giderek bana daha ağır geliyor ama içinden atacak bir şey bulamıyorum.
4 çeşit şarap tadıyoruz. Malbec 2008 taze, malbec 2008 6 ay ahşap fıçılarda dinlenmiş- çok güzel-,cabernet sauvenyon 2008 bir yıl fıçıda dinlenmiş, bir de yemek sonrası içmek için tatlı bir şarap.
LİKÖRLER

Oradan tekrar bisiklete atlıyor ve bu sefer likör ve çikolata fabrikasına yollanıyorum. Onlar da 70 yıldır bu işi yapan bir aile ve yalnızca burada ve Buenos Aires de satış yerleri varmış. Velhasıl güzel bir gün. Gabriel beni için çipa dediği küçük ekmekler pişirmiş ve gençlerin kola ile içtiği fernet diye bir içki almış. İçkiden bir yudum tadıyorum,ekmekler çok lezzetli Gabriel ile vedalaşıp yine 20 saatlik bir otobüs yolculuğu ile yollara düşüyorum.

1 yorum:

Deniz dedi ki...

Nergizcigim, sen Guney Amerikayi avucuna almisken ben de ITU kampusu ile yetiniyorum, artik kampusdaki binalar arasindaki kisa yollari falan ogrendim hep :-)

Dun aksam ODTU Kimya Muhendislerinin Istanbuldaki toplantisindaydim, bazisini 4o yildir gormedigim insanlara rastlamak enteresan oldu. "Eski" gunleri de anmis olduk biraz.