Salı, Mart 29, 2011

PERU LİMA


27.03.2011
Paracas’tan Lima’ya oltrusa firmasının otobüsüyle geliyorum. Peru’ya geleceklere bilgi. Bu firma Cruz del Sur ‘dan daha ucuz ve bence daha iyi. Otelim  Lima’nın şık semtlerinden  Baranco’da.
Hemen kendimi sokaklara atıp keşfe çıkıyorum.  Lima deniz kenarında Antalya gibi denizden yüksek kıyıda şık evleri olan bir şehir. Ülkenin üçte biri bu şehirde yaşıyor.

TEPEDEN OKYANUS
İspanyol Pizarro 1535 de krallar şehri denen Lima’yı kuruyor ancak 1746 da büyük bir depremde şehir yerle bir oluyor. 1821 de Arjantinli San Martin şehir İspanyollardan kurtarıp bağımsızlığını sağlıyor. Şili ile 1881 de yaptığı savaşı kaybedince şehir talan ediliyor.
Baranco1874 de şehre dahil oluyor.

TİYATRO EKİBİ
Bugün dünya tiyatrolar günü olduğu için sokaklarda tiyatrocular dolaşıyor ve meydanda gösteri yapıyorlar. Meydanda buradaki her meydanda olduğun gibi büyük bir kilise var. Etraf Pazar günü gezmeye gelen insanlarla dolu. Bu bölge sanatçıları ile meşhur. Nitekim sokaklarda el işi satanlar ,resim yapanlar, müzik çalanlara rastlamak mümkün.
Deniz kıyısına ine bir köprünün altı şık lokantalarla dolu. Foça’da olduğu gibi burada da lokma yapılıyor ama buradaki bedava değil.

LOKMACI KADINLAR
Turist arabasına çocuklarla beraber biniyorum ve ara sokaklar dahil bu bölgeyi geziyorum.

28.03.2011
sabah erkenden   mikro denen minübüslere atlayıp şehrin merkezine gidiyorum. biu mikrolar çok pratik ama hem devamlı korna çalarak gürültü kirliliği  ve çok eski oldukları için de hava kirliliği yapıyorlar. Belli köşelerde adamlar mikroların plakası alıyor ve bir listeye yazıyor, muavin de bu adamlara para veriyor.  Nasıl bir kontrol sistemi tam anlamadım.
. Peru’da nisan başı seçimler olduğu için her yer afişlerle donanmış. Şehirde dolaşırken bir grup yaşlı insan da şimdiye kadar hiç adını duymadığım birini destekliyorlar. Bana da broşür veriyorlar. Ben oy kullanmıyorum desem de propaganda kağıdını saklamamı istiyorlar.
Lima çok modern ve güzel bir şehir. Geniş ağaçlı caddeleri, bisiklet yolları, meydanları ve yemyeşil parkları, avlulu renk renk kolonyal  evleriyle gezilmesi keyifli bir şehir. Burada artık sırtlarında yük taşıyan Perulu kadınlar yok. Her şey çok modern.
İlk önce Plaza de Armas meydanına gidip katedrali geziyorum. Burada katedraller müze gibi para verip rehberle geziyorsun.

PLAZA DE ARMAS VE KATEDRAL
Oradan şehrin diğer meydanların da yürüyorum. Çin mahallesine gidip yemek yiyorum.  Dünyanın hemen hemen bütün büyük şehirlerinde Çin Mahallesi var bir tek İstanbul’da Çin Mahallesi kuramamışlar. Ayrıca hemen her yerde Çin lokantaları var. Nispeten ucuz olduğu için insanlar tercih ediyor. Üç kap yemeği 4 TL ye yiyebiliyorsunuz.
Oradan şehrin diğer ucundaki Larco müzesine gidiyorum. Larco zengin bir adam arkeolojiye merak sarıyor ve inanılmaz bir koleksiyon topluyor.
İnka öncesi ve sonrası çeşitli seramikler ve yaşam şeklini anlatan eserler var. Ayrıca bu müzenin erotik seramikleri de çok meşhur. Her türlü pozisyonda seks yapan insanların seramiklerini yapmışlar. Bazıları gerçekten çok komik.

EROTİK HEYKELLER
Dönüşte bizim mahallede İstanbul diye bir lokanta görünce hemen içeri dalıp kim bu Türk bakıyım diye soruyorum. Lokantanın sahibi Patricia çok şeker bir kadın. Mehmet diye adanalı bir türkle gemide çalışırken tanışıyor ve evleniyorlar. Mehmet gemide olduğu için tanışamıyorum ama Patricia ile laflıyoruz ve çok yorgun olduğun için ertesi gün gelmeye söz verip ayrılıyorum.
Otelde dinlenip akşam herkesin çok güzel dediği Ayahuasca diye bir bara gidiyorum. Pazartesi ve saat erken olduğu için bar epey tenha. Çok güzel bir dekorasyonu var. Eski büyük bir ev. Chichalı margaritayı keyifle mideye indiriyorum.

BAR BU ŞIK EVDE
29.03.2011
Bugün gezimin son günü. Bundan sonra akrabalarım ve kızımla vakit geçireceğim için bu faslı  geziye dahil etmiyorum.
Miraflores diye yine buranın güzel semtlerinden birini gezmeye gidiyorum. El işlerinin satıldığı çarşıda dolaşıp deniz kenarına iniyorum. Hava epey soğuk. Biz de bahar başlarken burası sonbahara dönüyor. Hava puslu. Deniz kenarını çok güzel düzenlemişler. Tepeden okyanusun dalgalarını görebiliyorsunuz.
Denize karşı şık bir lokanta da ceviche yiyorum. Bu yaz sizlere bol bol ceviche yapacağım.:)
Daha sonra Patricia’ya uğrayıp ona türk yemekleri tarifi veriyorum.
Akşam kaldiğim otelde sohbet ediyoruz. daha doğrusu otelin sahibi ve orada kalan fransız kızlar sohbet ediyor ben de anlamaya çalışıyorum. Bu otelde kalanlar genellikle burada çalışıyor ve uzun süreli kaldıları için aile gibi olmuşlar.  Bir de STK larda çalışanlar var. sanaırım AB fonlarından yaralanıyorlar.  otelin sahibi çocuk çoşup bize pico sour ikram edip duruyor.
Beni izleyen herkese sevgilerimi yollayıp bu geziyi burada noktalıyorum.
başka gezilerde buluşmak dileğiyle.
Yahu ben hani yorulmuştum ve ara verecektim gezmelere. Gezinin sonu gelince işler biraz değişti..:)))
PATRİCİA İLE

Pazar, Mart 27, 2011

NAZCA HUACACHİNA PARACAS

23.03.2011
Otelde kahvaltı edip oradaki 3 kadınla birlikte havaalanına gidiyoruz. Ama bugün için uçak bulamıyoruz, yakıt yokmuş ve yarın sabah için yer ayırtıyoruz. Anlaşılan bugün de tembellik günüm olacak zira burada pek fazla yapacak bir şey yok.
Nazca çizgileri üzerinden uçmak 60 dolarken bir iki kaza olunca uçuş yapan üç şirket kalmış ve uçma fiyatı da ikiye katlanmış. Artık buraya kadar gelince paranın pek önemi kalmıyor. 120 dolara uçmaya razı oluyorsunuz.
Şehirde dolaşıp otelde TV seyredip otelde kalan kızlarla laflayıp vakit geçiriyorum.
24.03.2011
Sabah erkenden otelde kalan iki kızla birlikte havaalanına gidiyoruz. Yakıt geldiği için bugün uçaklar uçuyor ve havaalanı epey kalabalık.  Nispeten büyük bir uçakla uçacağız. 15 kişilik. Uçuş yarım saat sürüyor. Yani göz açıp kapayıncaya kadar bitiyor. 300 e yakın çizgiden 12 tanesini görüyoruz.
  BU UÇAKLA UÇUYORUZ
Nazca çizgileri Nazca kasabası ile Palpa kasabası arasındaki 500 km2 alana yayılmış yüzlerce figürden oluşuyor. Bunların 70 kadarı hayvan, insan, kuş ve balık şeklinde ve çok büyük olarak kırmızımsı taşlar ayıklanarak beyaz sert kayaların ortaya çıkmasıyla yapılmış. MÖ 400 ile MS 600 yılları arasında yaşamış Nazca kültürü tarafından yapıldığı kabul edilen çizgiler kimilerine göre astroloji ile ilgili, kimi tarihçilere göre ise dini semboller. Tanrılarının yukarıdan görebilmesi için bu kadar büyük yapılmış.
En büyük figürler 200 m yi geçiyor. Bu kadar büyük oldukları için ancak yukarıdan bakılınca algılanabiliyorlar ve ondan dolayı da ancak 1920 yılında uçaklar bu bölgeden geçmeye başlayınca bulunmuş.
Nazca çölü dünyanın en kurak noktalarından biri: Yılda ortalama15 dak. yağmur yağıyor! Kum ve rüzgar az olduğundan erozyon yok denecek kadar az; çizgilerin yüzlerce yıl çizildikleri yerde kalmasının sırrı da bu...
1970 lerde meşhur kitaplardan biri olan Tanrıların Arabaları bu çizgilerin diğer dünyalardan gelen yaratıklarca yapıldığını iddia ediyordu.
Biz yarım saatlik uçuşla çizgilere bir cee dedik döndük ve 12 tanesini görür gibi yaparak döndük.
Bunlar balina, maymun –muhteşem bir kuyruğu vardı-,astronot, ağaç, eller ya da kurbağa, trepezoid, papağan, örümcek, condor ve Türkçesini bilemediğim iki kuş daha.
 NAZCA PAMPLARININ UÇAKATAN GÖRÜNTÜSÜ
Uçuştan sonra Amy diye Avustralyalı bir kızla Huacachina diye bir yere gidiyoruz. Burası kum tepeleri arasında küçük bir gölü olan ve otellerden oluşan ufak bir yerleşim yeri.  En önemli aktivitesi şarap turları ve çölde gezinti ve kayma.
Şık bir otele yerleştikten sonra çöl turuna çıkıyoruz. Buggy denen acayip bir araçla kumullarda radarda gider gibi dolaşıyoruz. Herkes çığlık çığlığa. Kumuldan dimdik çıkıp sonra aynı diklikte bir yerden hızla aşağı iniyor. Çok yüksek bir radar gibi. Çok heyecanlı ve keyifli.

KUNDA KAYMA AMA BEN YATARAK KAYDIM
Sonra araba bir tepede duruyor ve kumda kaymaya başlıyoruz. Ağzınızı burnunuzu kapatmanız gerekiyor yoksa her yeriniz kum oluyor. Ama dimdik kumdan aşağı kayarken bağırmamak pek elde değil. Bağırmasanız bile heyecandan ağzınızı açıyorsunuz.

BUGGY İŞTE BU
 Önce nispeten daha küçük bir kumulla başlıyoruz. Daha sonra dimdik kumuldan aşağıya ahşap snowboardların üzerinde yatarak kayıyoruz. Anlatması çok zor ama inanılmaz keyifli bir aktivite.


25.03.2011
Sabahtan havuz kenarında kitabımı okuyup keyif yaptıktan sonra otobüse atlayıp Paracas’a geliyorum. Yarı çöl görüntüleri içinde deniz kenarındaki bu küçük kasabaya varıyorum. Deniz kenarında nefis bir balkonu olan otelime yerleşip kasabada bir tur atıyorum. Her tarafta inşaat yapılan 30 dakikada dolaştığım bir kasaba. Yarın için Ballestas adası ve yakındaki bir doğal park için kendime tur ayarlıyorum.

KUŞLARLA KAPLI BİR ADA
Ballestas adası için fakirin Galapagos adası deniyor. Zira Galapogos adaları ekvator kıyısında iguanalar, deniz aslanları ve diğer değişik havyaların doğal ortamlarında yaşadığı ve  1000 -1500 dolar harcamadan görülemeyecek bir yer.
Ben hem de zaman fakiri olduğum için Balletas adası ile idare edeceğim.
26.03.2011
Balletas adaları kayalıklardan oluşan galiba biraz korunaklı olduğu için denizaslanları ve çeşit çeşit kuşların barındığı adalar. Ayrıca az da olsa penguenler de yaşıyor. Adaya Paracas’tan yarım saatte motorla gidiliyor ve ancak etrafında dolaşılıyor.

Denizaslanları çok komik. Buldukları kayalıklar kendilerini adapte etmiş güneşleniyorlar. Ayrıca yavruladıkları yer var. Yüzlerce denizaslanı ve yavrusu yaşıyor. Anneler 6 ay yavrulara bakıyorlarmış. Daha sonra tüylenen yavrular başlarının çaresine bakmayı öğreniyorlarmış.
Öğleden sonra da Paracas’ın yakınındaki milli parka gidiyorum. Parkın girişinde San Martin adına bir anıt var. Gemileriyle Arjantin'den buraya gelip İspanyollara karşı bağımsızlık savaşını başlatmış.
Burası daha önce denizmiş. Deniz çekilince tuzlu bir kum yığını kalmış. Ayrıca pek çok deniz kabuğu ve deniz hayvanı fosili var.
Deniz kayaları oyarak çeşitli şekiller vermiş. Oranın insanları da katedral gibi isimler vermişler. Ayrıca toprağın rengi içindeki minerallerden dolayı değişiyor. Demir varsa kızıl oluyor. Nitekim kızıl plaj dedikleri yer içindeki demirden kaynaklanıyor.
Akşam Fransız bir çiftle yemek yiyip laflıyoruz. Artık epey arsız olduğum için kimi görsem sarkıyorum.

Çarşamba, Mart 23, 2011

PERU AREQUİPA COLCA KANYONU

18.03.2011
Arequipa Peru’nun güneyinde volkanlarla çevrili modern, iklimi pek fazla değişmeyen bir şehir.  Buraya beyaz şehir diyorlar ve bu adı hak ediyor. Şehrin büyük bir kısmı beyaz volkanik taşlarla yapılmış. Bu taşlar yumuşak bir yapıya sahip olduğu için hem burada meydana gelen depremlere karşı dayanıklılık hem de yalıtım sağlıyor. Ayrıca işlemesi kolay olduğu için şehirdeki kiliselerin girişleri Mardin’deki gibi bu taşlar oyularak süslenmiş.
Estelle ile kaldığımız hostel çok keyifli. Bahçesinden muhteşem gün batımını izleye biliyorsun. Arequipa’da sabahları hava tamamen açıkken akşam üzerleri bulutlanıyor bu da muhteşem gün batımlarına sebep oluyor.
Şehirde pek çok kilise var. En meşhur yerlerinden biri Santa Catalina manastırı. Bütün bir bloğu kapsayan çok geniş bir alana yerleşmiş. 1580 de zengin bir dulun kurduğu bu manastıra zengin ailelerin kızları alınıyor ve kızını buraya veren her aile manastıra bu kızın kalması için bir kompleks yaptırıyor. Burada yatak, çalışma ve oturma mekanı ve bir de mutfak bulunuyor. Bu komplekslerin büyüklüğü yaptıran ailenin parasına göre büyüyor.
MANASTIRIN BAHÇESİ
18 yy da kilise bu duruma müdahale ediyor ve özel odalar kaldırılıp ortak mutfaklar ve yatakhaneler yaptırılıyor.
Ancak 1970 den sonra manastır gezilmesi için açılıyor. Şu anda manastırın arkasında 25 kadar rahibe yaşıyor.  Ve ancak hasta olurlarsa ya da çok acil durumlarda dışarı çıkıyorlar. Manastırın için inanılmaz güzel avlularla dolu.
Colca kanyonu için rezervasyon yaptırıp her şehirde olduğu gibi burada da bulanan mercado dedikleri pazarı geziyoruz.  Olmazsa olmaz meyva suyumuzu içiyoruz. Kiliseleri, güzel avlular içindeki beyaz evleri gözetliyoruz.
 PLAZA DE ARMAS
Burada meşhur bir Türk lokantası var. Melahat ve kardeşi de sahipleri. Güzin ara dediği için oraya gidip Melahatı soruyorum İstanbul’da diyorlar. Ben sanıyorum ki İstanbul’a gitmiş. Sonradan ortaya çıkıyor ki İstanbul diye bir restoranları daha var ve Melahat orada buluyor. Bunu ancak iki sonra anlayabiliyorum.
Akşam hostelde kendimize bir ziyafet çekip erkenden yatıyoruz. Zira yarın saat 3 de yola çıkacağız.
19.03.2011
Sabah 3 de dünyanın 2. en derin kanyonu olan - 3191 metre -Colca kanyonu için yola çıkıyoruz. Grubumuz 7 kişi. 4 saat gittikten sonra Chivay diye bir köyde kahvaltı ediyoruz ve ilk defa bir kahvaltıda zeytin veriyorlar.
COLCA KANYONU
Oradan condorları – sözlükte Güney Amerika akbabası deniyor ben şimdiye kadar blogda kartal dedim.- izleme tepesine gidiyoruz. Ancak oraya varmamız saat 9 u bulduğu için condor görme şansımız epey az zira esas sabahları uçuyorlarmış ve en 56 tanesi birden uçarken görülmüş.
Daha önce de yazdığım gibi bu condorlar İnkalar için gökyüzünü temsil ediyor ve puma, yılanla birlikte en önemli kutsal hayvanlar.
İnanılmaz bir şey oluyor ve bir condor süzülüyor gökyüzünde. İki kanadını açınca 3,5 metreyi olan condor süzülerek 5 dakika kadar uçuyor. Ben resmen büyüleniyorum ve fotoğraf falan çekmiyor sadece onun gökyüzünde süzüşlünü izleyip İknaların niye onu kutsal saydıklarını anlıyorum.
Oradan sonra 1200 m dimdik canyondan aşağı 3 saatte iniyoruz. Nehri geçip bir köyde öğlen yemeği yiyip tekrar tırmanmaya başlıyoruz. Köylerden geçip 3 saat yürüdükten sonra tekrar inip nehir kıyısındaki gece kalacağımız yere ulaşıyoruz. Dağların içinde havuzu olan basit bungalovlarda kalıyoruz. Yanımıza rom ve koka kola aldığımız için keyif yapıyoruz ve yüzüyoruz.
20.03.2011
Sabah 5 de kalkıp yola çıkıyoruz. Bugün dimdik 3 saatlik bir tırmanış var. Dolunay dağların arasından batıyor. Gençler alıp başlarını gidiyorlar ben dinlenerek etrafı seyrederek ve tabii yorgunluktan ölerek yavaş yavaş tırmanıyorum. Bazı gruplar katırlarla çıkıyor. Yol çok dar ve dimdik. Ama çok keyifli.
Sonunda tepedeki köyde ,Cabanaconda , kahvaltı ediyoruz. Buradaki her köyde kadınlar farklı şapkalar giyiyor ve şapkalardan evli mi bekar mı anlaşılıyor. Köy meydanında toplantı var. Özellikle yaşlı kadınlar işli şık elbiseleri ile meydana gelmişler. Bakınız fotoğraflar Colca kanyonu.


BU ELBİSELER 3000 SOLES YANİ BİN DOLAR
Daha sonra tekrar Chivay’a dönüp kaplıcalara giriyoruz. Yorgunluğun üzerine çok iyi geliyor. Akşam Arequipa’ya perişan bir vaziyette dönüyoruz.
21.03.2011
Bugün tembellik günü.  Farkındaysanız bu sıralar epey tembellik yapıyorum.
Sanctuaries Andinos diye bir müzeyi geziyoruz . Çok ilginç bir müze. Önce bir film izliyoruz. İnkalar volkanların zulümlerinden korunmak için genç kadınları kurban ediyorlar. Cusco’dan 167 km yürüyerek kutsal Ampata dağına gelip törenle kurbanın yanına koka yaprakları ve seramik kaplarda diğer malzemeleri koyup kurbanı bir battaniyeye sarıp kafasını kırıyorlar ve dağda karların içinde bırakıyorlar.
Donan cesetlerden 12 si  500 yıl sonra bozulmadan bulunuyor. Bunların en meşhuru Juanita. Buz prenses deniyor. Ancak zaman zaman bakıma alındığı için biz Juanita’yı göremiyoruz ama başka bir kurbanı  görüyoruz.
Gerçekten çok ilginç.  Hem tören hem de bozulmadan bulunan ceset ve eşyaları. Bütün eski medeniyetler yıllardır hep masum genç kızları ne kabahatleri varsa kurban etmişler.
Öğlen buranın meşhur yemeği olan ceviche lokantasına gidiyoruz. Tuzlu balık ben çok seviyorum.
Bir müze daha ziyaret edip hostelde keyif yapıyoruz.
Estelle ‘den güney Afrika ile ilgili bilgiler alıyorum. Beyazların %10 olduğunu, Pakistan,Afganistan ve Hindistan dan gelen Müslümanların  %20 olduğunu ilk defa öğreniyorum.
Akşam da Türk lokantasında yemek yiyelim diye gidiyoruz. Ancak dolu olduğu için yer bulamıyoruz ama Melahatın İstanbul isimli mekanda olduğunu öğreniyoruz.
Melahat 11 yıl önce kardeşi Perulu bir kadınla evli olduğu için buraya gelmiş ve başarılı bir iş kadını olmuş. O da Fransız bir adamla evlenince aile enternasyonal hale gelmiş. Falafel, humus ve köfteden oluşan yemeğimizi yiyip epey bir sohbetten sonra Estelle ile birlikte hostele dönüyoruz.
22.03.2011
Estelle vedalaşıyoruz. O sabahtan Puno’ya geçiyor ben de akşam Nazca’ya gideceğim ve bugün Melahat’la buluşacağız ve beni tipik bir Peru lokantasına götürecek.
Meydanda bir tören var. 2010 Nobel roman ödülünü alan Mario Vargas Llosa  Arequipa’ya geldiği için bütün okulla üniformalarıyla meydana gelmişler. Şehrin büyükler ve bando da  hazır. Mario balkondan bize el sallıyor. Herhalde bir konuşmada yapıyor.
Biz Melahat’la buluşup şık bir lokantada yemek yiyor ve sohbet ediyoruz.  Keyifli bir gün oluyor. Akşam otobüsle Nazca için yola çıkıyorum

Salı, Mart 22, 2011

BENİM GEZİYLE İLGİLİ DİĞER SİTELER

Aşağıdaki sitelerde özellikle Macha Pichu ve İnkalarla ilgili  daha detaylı tarihi bilgiler bulabilirsiniz.
http://tumer58.blogspot.com/
http://filizinlatini.blogspot.com/
http://gulenvemurat.wordpress.com/
http://ayseburak.blogspot.com/

PERU CUSCO MACHU PİCCHU

12-13.03.2011
Cusco’dayım. Her Peru şehrinde olduğu gibi buranın da en önemli meydanı Plaza de Armas. Etrafında bir katedral, bir kilise ve kolonyal evlerden oluşan bar ve lokantalar var.  Sokaklarda dolanıp yarın için  Sacred Valley yani kutsal vadi için bir tur alıyorum. Hostelim çok şık ferah bir yer. Akşam salonunda Koreli bir kızla tv seyrediyoruz. Geceleri çok dışarı çıkmaktan hoşlanmıyorum. Kafa dengi biri olmadan gece takılmak pek hoş olmuyor.

PLAZA DE ARMAS MEYDANI
Sabah erkenden otobüsle yola çıkıyoruz . Otobüste İspanyolca bilmeyen bir tek ben varım. Rehber yalnızca benim için İngilizce anlatıyor ama anlatmasa da aynı şey zira adamın İngilizcesini anlamak mümkün değil. İknaların yerleşim yerlerini geziyoruz. İlk durağımız Pisac.Burada çok büyük bir Pazar kuruluyormuş ancak bizim şapşal rehber bizi oraya götürmüyor. Ancak yakındaki İnka harabelerinin olduğu bir tepeye çıkıyoruz. İnkaların en başarılı yaptıkları işlerinden biri dağları teraslamak. Böylece bu bölgede çok yağan yağmurun toprağı alıp götürmesine mani oluyorlar. Terasların en altında büyük taşlar ,üzerinde dha küçük taşlar en üstte de humuslu toprak oluyor. Böylece sular teraslarda birikmiyor.

DAĞDAKİ TANRI SİLUETİ VE SİLOLAR

 Ayrıca hangi  bitkiyi hangi yükseklikte en iyi şekilde yetiştirebileceklerini  araştırmak için bir mekan oluşturmuşlar. Mısır,bakla,patates,sarımsak, avokado gibi bitkiler yetiştiriyorlar.
Sucre İnkaların ana merkezi imiş. Oradan güneş ışınları gibi çizgilerin üzerine 300 den fazla yerleşim yeri kurmuşlar.
Buradaki tapınağı gördükten sonra  Ollantaytambo’ya gidiyoruz. Burası üç dağın arasında lama şeklinde yapılmış bir yerleşim yeri.  Bir dağın tepesinde tapınak ve onun aşağısında teraslanmış ekim yerleri. Karşı dağa depolama yerleri, tanrılarının yüzünü ve kendi siluetlerini yapmışlar. Dağların arasındaki boşlukta da yerleşim yerleri. Gerçekten görkemli bir görünüşü var maalesef yağmur yağdığı için pek iyi fotoğraf yok.
Burada otobüsün yarısı Machu Picchu’ya gitmek üzere ayrılıyor. Kalanlarla Chichero diye kök boyalarla ve elle dokuma yapılan bir köye gidiyoruz.  Meydanda kadınlar ürettiklerini satıyorlar.
İNKA TAPINAK KALINTILARI
Bir de meydandaki kilisede yerlilere saldıran ve öldüren bir adamın at üzerinde heykeli var. Bu bana ilginç geldi zira buradaki yerlileri hırıstiyan yapabilmek için Meryem anaya pachamama diyenler adamı da kiliseye sokmayı becermişler.
14.03.2011
Bugün benim Cusco günüm. Cusco’nun her yerinde İnka izlerini görebiliyorsunuz. Yeni binalar bile inka felsefesiyle yapılmış. Altlar taş üstü biriket tuğla benzeri bir şeylerle yapılmış. İnka tapınaklarının temellerini her yerde görebiliyorsunuz. İspanyollar ellerinden geldiği kadar yıkmışlar ama tam olara İnka izlerini silmeyi becerememişler.
Nitekim bunun en güzel örneğini Santo Domingo kilisesinde görüyoruz. İspanyollar İnka tapınaklarını yıkamayınca üzerine bir kilise yapmışlar. Ancak 20 yy daki depremlerde kilise yıkılıyor ve İnka tapınağı ortaya çıkıyor. Gerçekten kaderin bir cilvesi olarak algılanabilecek bir durum var şu anda. Kilisenin ortasında İknaların en önemli tapınağı duruyor.

KARTAL, PUMA VE YILAN

Kilisenin altındaki İnka tarihini anlatan  müze ise benim için çok ilginçti.  Hiçbir rehberden dinlemediğim iki ilginç şeyi sizinle paylaşmak isterim. Biri ölenleri mumyalıyorlar ve mumyalara canlı muamelesi yapıyorlar. Yanlarına yiyeceklerini, koka yapraklarını koyuyorlar, gezmeye giderken onları da yanlarına alıyorlar ve hatta bazen iki mumyayı sohbet etsinler diye yan yana bırakıyorlar.
Bir de bebekken kafaları uzun olsun diye çinlelerin ayaklarını küçülttükleri gibi çeşitli yöntemler kullanıyorlar.  İnkalar  kafalarını uzun olmasını asalet sembolü olarak görüyorlar. Tabi bu kilisede kartal ,puma ve yılandan oluşan semboller var. Kartal hava ,puma toprak ,yılan yer altı ve akılı temsil ediyor. Bir de güneş ve altın erkek, ay ve gümüş kadını temsil ediyor. Ama bütün dinlerde olduğu gibi İnkalarda da erkek yani güneş en önemli tanrı. Ayrıca şimşek , nehir, toprak önemli tanrılar arasında.
Bir de İnka müzesini geziyorum güzel bir müze ama bana yeni bir şey eklemiyor. Cusko’nun ara sokaklarında dolaşıyorum. Keyifli bir şehir. O da dağların arasına kurulmuş. En aşağıda eski şehir tepelerde ise daha sonra yerleşen daha gariban halkın meskenleri. Bir de burada evler hep yarım. Tepelerinde demirler var. Zira vergiler ev bitince alınıyormuş. Özellikle tepelerde ki evler bu şekilde.
15.03.2011
Bugün önemli bir gün. Machu Pcichu’yu tavaf edeceğim. Sabah altıda yola çıkıyorum.  Perurail adıyla yabancılar tarafından işletilenve ücreti dolarla ödenen trenle Aguas Calientes isimli kasabada bir gece kaldıktan sonra ertesi gün Machu Pcichu’ya çıkacağım. Heyecanlı bir gün benim için. Ne de olsa dünyanın 7 harikasından biri sayılan bir yer.
Trende yanıma Max isimli genç bir alman çocuk oturuyor. Bir bucuk saat boyunca çok keyifli bir sohbet yapıyoruz. Makine mühendisi olacakmış Brezilyada değişim programında bir ailenin yanında kalıyormuş.
KAPLICALAR
Aguas Calientes Machu Picchu için geçiş yolu. Bir yanda inanılmaz çirkin briket yapılar diğer yanda ise şık turist restoranları. Bir de adını aldığı sıcak suları yani kaplıcaları var. Şehirde dolaşıp yemek yiyip kaplıcaların yolunu tutuyorum. Belediye tarafında işetilen kaplıcaların kasasına eşyalarımı koyuyorum. Ancak biraz şüphelenyorum zira kasayı kilitleyen kadın arkasını dönüp kilitliyor. Nitekim yanılmıyorum çıkınca bakıyorum ki para çantandam 100 tl kadar eksik.Yaygara yapıyorum tabi.  Kadının nöbeti değiştiği için bekliyorum kadın geliyor ve tabi inkar ediyor. Ben yılmıyorum önce belediyeye gidip muhteşem İspanyolcamla ordaki yetkililere anlatıyorum ki bu önemli bir konu, belediyenin prestiji. Oradan polise. Benim sorumluluğum diyorum ama bütün günüm de yanıyor bu arada tabi sonuç sıfır.
Bu yolculukta epey bir şey kaybettiğimden artık böyle şeyler için canımı sıkmamayı öğrendiğim için keyfimi kaçırmıyorum.
Sabah erkenden saat  5 de Machu Picchu yolunu tutuyorum.

KUTSAL DAĞ WAYNA PİCCHU BULUTLARIN ARKASINDA
16.03.2011
Herkes sokaklarda. 313. olarak biletimi alıyorum. Erken bilet almak önemli zira orada şehri tepeden görebileceğiniz  Wayna Picchu diye bir dağ var oraya günde ancak 400 kişinin çıkmasına müsaade ediyorlar. Ben ilk 200 kişiden biri olamadığım için bu dağa sabah çıkma şerefini elde ediyorum. Ama sabah etraf bulutlu olduğu için etrafı görme şansın daha az oluyor. Nitekim bir saat kadar dimdik dağa tırmanıp yağmur yağdığı için hiçbir şey görmeden aşağıya iniyorum. Ama bu arada çok şeker bir Arjantinli olan Martin’le tanışıyorum. Onun İngilizcesi benim İspanyolcam berbat ama keyifle birlikte dağa çıkıyoruz.
Bizim hakkımız saat 12 ye kadar daha sonra diğer grup çıkacağı için ve rehberle buluşacağım için ben aşağı iniyorum.

 İnka imparatorluğu 12. ve 15. yy kadar var oluyor.ancak en büyüdüğü tarih 1438 Pachacutec zamanı. Ekvatordan şiliye kadar uzanıyor. Cusco en önemli merkezi.ancak Pachacutec’ten sonra çocukları birbirlerine düşüyor ve 1526 da İspanyol Pizarro İnka imparatorluğunu ve zenginliğini keşfediyor. 1532 de zırhlı ve silahlı adamlarıyla yerlileri keserek Cusco’yu alıyor İnkalar da dağlara ve amazon ormanlarına çekiliyorlar.
Machu Picchu’nun varlığını Peru’nun %60’ını oluşturan Quechua’lardan başkası bilmiyor. 1911 de Amerikalı tarihçi Hiram Bingham bir çocuğun yardımıyla machu Picchu’yu buluyor.
Bir rivayete göre İspanyonlar gelince İnkalar şehirdeki bütün altın ve gümüşü oradaki nehre atıp dağlara ve ormanlara gidiyorlar.
Wayna Picchu’nun tepesinde bir tapınak ve gökyüzünü inceledikleri bir mekan var.
Terasları, tapınakları, evleri ile dağların arasında yeşillikler içinde büyülü bir mekan. Öğleden sonra bulutlar dağılıyor ve Wayna Picchu ve Machu Picchu bütün haşmetiyle ortaya çıkıyor. Ben de her tepeye çıkarak bu büyüğü yaşıyorum.
Gece geç vakit Cusco’ya dönüyorum.
17.03.2011
Bugün tembellik ve dinlenme günüm. Cusco’nun Pazar yerini tavaf ediyorum. Buranın meşhur yemeği çiğ balık, ceviche yiyorum muhteşem meyva sularından içiyorum.sokaklarda dolaşıp meydanlarında keyif yapıyorum.

Hostele dönerken Türkçe bir ses duyuyorum. Evet inanılmaz ama bir türk aile . her yıl kışları iki üç aylığına dünyayı dolaşıyorlar. Yalçıner ailesi ve yeğenleri. Koyu bir sohbete dalıyoruz. Sonra herkes kendi yoluna.
PAZARDAKİ CEVİCHE Cİ
Akşam otobüsle Arequipa için yola çıkıyorum ve otobüs beklerken Güney Afrikalı Estelle ile tanışıyorum. Birlikte aynı yerde kalmaya kara veriyoruz.

Perşembe, Mart 17, 2011

PERU PUNO

10.03.2011
Sabah otobüsle Puno Peru için yola çıkıyorum. Otobüs şoförümüz olağanüstü bir adam. Her konuda bize yardımcı. İşini bu kadar seven ve iyi yapan insanlara rastlayınca keyif alıyorum. Sınırda ne yapacağız, paramızı nerede değiştireceğiz, saatlerimizi ne zaman düzelteceğiz her konuda detaylı bilgi veriyor.
SINIRDAKİ TAKSİ MOTORLAR

Sucre’de Peru konsolosuna gidip bana yeşil pasaporta vize gerekmediğine dair bir yazı vermesini istemiştim. Adam da bana vize gerekir demişti. Güzincim sana teşekkür ediyorum ki beni rahatlattın ama ben yine bir gece önce epey bir dertlendim. Sınırdan geçemezsem ne yaparım diye planlar yaptım kafamda. Ama sınırı 3 dakika içinde geçtim. Ve rahat bir nefes aldım. Peru Bolivya’dan daha iyi görünmüyordu.
Puno Titikaka gölü kenarında Peru tarafındaki şehir. Ama Copacabana’ya göre çok büyük ve keyifli bir şehir.
DANS EDEN KADINLAR

Her zamanki gibi otelimi yerleşir yerleşmez kendimi sokaklara attım. Neler yapabilirim diye araştırdım. Sahile inerken yolda bir müzik sesi duydum. Yine bir karnaval eğlencesi. Beni davet edince hayır demedim tabi. Onlarla bira içip dans ettim ve onların keyifle dans etmelerini seyrettim.
Oradan koka müzesine gittim. La Paz’dakine gidemediğim için çok üzülmüştüm ama bu müze onu telafi eti. Sucre’deki maske müzesindeki anlamadığım maskelerin İngilizce bir filmini izledim. Ayrıca detaylı olarak koka ile ilgili bilgileri aldım ve çok keyifli bir zaman geçirdim.
MASKELERDEN BİR ÖRNEK

www.museodelacoca.com web sitesinden detaylı bilgi edinebilirsiniz.
Çeşitli masklar var ve hepsinin farklı anlamları var. Köleleri temsil eden ya da İspanya kralı ile alay eden şeytanı temsil eden, sömürülen madencilerin maskları var. Önceleri karnavallarda panflüt ve davul kullanılırken şimdi her türlü bando aleti kullanılıyor.
Kokaya gelince 200 çeşidi var ve yalnızca 3 çeşidinde kokain bulunuyor. Çok eski zamanlarda çıkan mezarlarda koka çiğnemiş insan cesetleri bulunuyor ve ayrıca mezarlarda koka yaprağı bulunuyor. Bağımlılık yapmayan koka enerji veriyor, mideyi rahatlatıyor, ağrıları geçiriyor, depresyona iyi geliyor, seks gücünü arttırıyor, nefesi rahatlatıyor. Yani her derde deva. Yerliler için kokanın kutsal bir anlamı var. Hayvanları çiftleştirirken kullanıyorlar, koka yaprağı ile fal bakıyorlar, evlilikler uygun mu ona göre karar veriyorlar, ölümlerde acı çekenlere veriyorlar, eroin bağımlılığından insanları kurtarmak için kullanıyorlar.
Albert Neimann diye biri kokadan kokain çıkarıp anestezi için kullanıyor.
1887 de cocacola yapımında kullanılmaya başlanıyor.
BUGÜN TALEPLERİNİ KOYUYORLAR

Oradan bir motora atlayıp şehir dışında bir otelde Yavari diye bir tekneyi görmeye gidiyorum. Bu gemi İngiltere de yapılıp 2766 parça halinde And dağlarını katırların sırtında geçerek Puno’ya altı yılda getirilmiş. 1870 yılında burada birleştirilmiş ve kömür bulunmadığı zamanlarda kurutulmuş lama dışkısıyla çalıştırılmış. Şimdi müze olarak geziliyor. Motorları Volvo ve atlas copco . cemcim amma da eski bir firmada çalışıyormuşsun meğerse.:)
Akşamı picosour- buranın en meşhur içkisi- ve çorba içerek- ne alaka demeyin- geçiriyorum.
11.03.2011
Sabah 7 de 20 kişilik bir turistle yüzen adalara yola çıkıyoruz. İlk durağımız yüzen adalar. Buranın halkı Aymara. İknalardan gizlenmek için yıllar önce dağın arkasındaki bu sazlıklara yerleşmişler. 50 kadar ada var. Sayısı her an değişebiliyor. Adalar o bölgede büyüyen sazlardan yapılmış. Sazların köklerini birbirlerine bağlayarak adanın zeminini oluşturuyorlar. Üzerini de sazlarla kaplıyorlar. Zaman içinde sazlar çürüyor ve devamlı zemini yenilemeleri
Her adada 7-8 aile yaşıyor. Tek oda sazdan yapılmış evler var.. Ayrıca mutfakları ve bir de kuleleri var. Eskiden balıkçılık yaparak,göldeki kuşları avlayarak ve etlerini kurutarak ya da yumurtalarını toplayarak yaşarken şimdi turizmden de para kazanmaya başlamışlar. Adada balık yetiştirdikleri küçük havuzları, patates ve benzeri bitkiler yetiştirdikleri küçük alanlar var. Kadınlar el işleri yapıp satarak aile bütçesine katkıda bulunuyorlar.. ilk alışverişimi bu adadan yapıyorum. Epey bir para vererek ada hayatını anlatan etamin üzerine işli bir örtü alarak ada halkına katkıda bulunmak istiyorum.
BİR ADANIN GÖRÜNÜMÜ

Her ada ortamını güzelleştirerek turist çekmeye çalışıyor. Kadınların parlak kat kat etekleri, parlak yelekleri, erkeklerde de şık kıyafetler var. Bir de sazdan yapılmış tekneleri var. Bu tekneyle hostel ve bar olan merkez görevi gören başka bir adaya gidiyoruz. Biz adadan ayrılırken kadın ve çocuklar bize veda etmek için şarkı söylüyorlar. biraz fazla turistik ama insanlara böyle katkıda bulunuyorsun. Adaların ortasında bir de okulları var.
EL İŞLERİ

Oradan 2,5 saatlik tekne yolculuğu ile Taquile adasına gidiyoruz. Burada da diğer önemli yerli grup olan Quechua’lar yaşıyor. Ada halkı gelenekleri koruyor ve komün hayatı yaşıyorlar. Adada turistlere öğlen yemeği veriliyor ve adanın neresine giderseniz gidin aynı yemeği aynı fiyata yiyorsunuz. Adada 2000 kişi yaşıyor ve en önemli özellikleri otantik kıyafetleri ve herkesin erkekler daha çocukluktan itibaren örgü örmesi.
ÖRGÜ ÖREN YAŞLI ADAM

Erkelerin başlarındaki şapkalardan kadınların ise başlarına örttükleri örtülerin ucundaki ponponların büyüklüğünden evli ya da bekar oldukları anlaşılıyor
Biz adayı ziyaret ederken karnaval olduğu için kadınlar 7 kat etek giymişlerdi. Bir genç kıza rica ettim gösterdi. Değişik parlak renklerde 7 etek. Utanmasam şunu bir alttan çekeyim diyecektim ama zaten kıza eteğini açtırmıştım bu kadarı biraz fazla olacaktı.normal günlerde yalnızca 4kaqt etek giyiyorlarmış. Nitekim tarlalarda kabarık etekleriyle sırtların yüklerini taşıyan kadınlara rastlamak sıradan bir olay.
BEBEĞİ TAŞIYAN ADAM

Bu adada fotoğraf çekersen para vermen gerekiyor.
Ayrıca kadınlar kocalarına içine saçlarını koydukları kalın kemerler örüyor ve erkek bu kemeri takmadan evden çıkarsa cıngar kopuyor. Evlilik yüzüğü gibi bir şey. Ayrıca erkeklerin bellerine taktıkları ucunda ponpon bulunan torbalarda koka yaprakları oluyor ve merhaba demek için herkes kendi torbasından bir parça koka yaprağı alıp karşısındakinin torbasına koyuyor.
Burada da kilisenin ve yönetim merkezinin bulunduğu bir Plaza de Armas var. Adada anaokulu,ilk ve lise ve hastane var.
Bütün adayı teraslamışlar ve bakla, mısır ve patates ekiyorlar. Rehberin dediğine göre Peru da 2000 çeşit patates varmış. Bana biraz abartılı geldi ama rehberin yalancısıyım.


Komün hayatının kadınlara olan katkısını bu adada görüyorsunuz. Adadaki lokantada servisi bir erkek yapıyor ve ilk defa bir erkeğin bebeği sırtında taşıdığını görüyorum.
Akşam şık bir lokantada şık bir yemek yiyorum. Bu sefer karnaval burada ve sokak birbirine köpük sıkan veletlerle dolu. Onar çok eğleniyor ama köpükler sana gelince pek hoş olmuyor açıkçası.
12.03.2011
Bu sabah turist otobüsüyle Cusko’ya doğru yola çıkıyorum. Bu otobüs yol boyunca tarihi yerlerde duruyor ve rehberimiz kötü bir ingizilzce ile bizi bilgilendiriyor.
İlk durağımız Pucara. MÖ 200 ile MS 300 yılları arasında burada bulunan kalıntıları görüyoruz. İlginç olan buradaki insanların Titikaka gölünde bulunan büyük bir kurbağa ve balığa tapmaları. Muhtemelen o zamanlar Titikaka gölü çok daha geniş bir alanı kaplıyordu. Bir de hatun yagah var ki bu da korkunç bir savaşçı. Bir elinde insan kafası diğerinde kocaman bir bıçak taşıyor.
LAMALI ÇOCUKLAR

La raya diye 4318 m yüksekliğindeki bir tepeden dağları izliyoruz. Durduğumuz her yerde yerliler bir şeyler satıyor. Burada da özel kıyafetli çocuklar lamalarıyla dolaşıyor. Fotoğraf çekmek 1 sol. Yarım sol a pazarlık ediyorum ufaklıkla.
Oradan öğlen açık büfe yemek yediğimiz şık bir lokantada mola veriyoruz.
Sonraki durağımız İnkalara ait önemli bir yerleşim yeri olan Raqchi. 1315-1330 yılları arasında güneş tanrısından önceki en önemli tanrı olan Wiraqocha’nın tapınağı burada. Şehrin etrafında 8 km surlar var.Askerlerin mekanları, yiyecek depoları ile hem tanrısal hem askeri olarak önemli bir kent.
Meydanda yine bir kilise var. Burada kadınların kıyafeti biraz değişiyor, şapkaları da.


En son durağımız Andahuaylillas diye büyük garip ağaçları olan çok güzel bir kasaba. burada da içi ahşap oymanın üzerine altın ve gümüş kaplı altarı, duvarlarında önemli bir ispanyol ressamın -adını hatırlamıyorum- resimleri olan bir etkileyici bir kiliseyi geziyor ve Cusco'ya varıyoruz.

Perşembe, Mart 10, 2011

BOLİVYA LA PAZ VE COPACABANA

06.03.2011
Sabah Şeniza ile şehrin en kenar mahallesinde (Ceja) yani tepelerde kurulan bir Pazar yerine gidiyoruz. La Paz iki dağın arasından akan bir nehrin etrafına kurulmuş. Dağ deyince öyle ufak tefek bir şey zannetmeyin. Çok yüksek iki yamaçta evler. Nehir kenarında daha çok iyi halli insanlar oturuyor ve aynı zamanda iş merkezleri aşağıda. Yukarı mahallede ise yoksullar yerleşmiş.
YUKARIDAKİLER VE AŞAĞIDAKİLER ARASINDA 800 M FARK VARMIŞ

Pazarda mobilyadan bisiklete, sebzeden ete aklınıza ne gelirse satılıyor ve aşağı mahalleye göre çok ucuz. Şeniza Kanadaya götüreceği hediyelerin bir kısmını buradan alıyor. Etrafta parlak kumaşlardan bol etekli, sırtlarında renk renk torbaları, kalın uzun saç örgülü,örgülerin ucu ponponla süslü, başlarında lorel-hardy şapkalarıyla tombik kadınlar dolaşmakta. Başka yerlerde de kadınlar şapka takıyor ama daha çok güneşten korunmak için. Buradaki şapkaları kafada taşımak bile zor. Hava yağmurluysa şapkalarının üzerine naylon torba geçiriyorlar.bu kadınların kalın örgü saçlarını pek kıskanmıştım doğrusu. Sonra çarşıda satılan bu saçları kalın göstermek için içine koydukları ip örgüleri görünce içim biraz rahatladı. bir de dişlerinin kenarına altın kaplama yapıyorlar.hem zenginlik hem de koruma amaçlıymış.
Gençler daha çok eşorfman, kot ve tişört giyiyorlar.

SAÇLARI KALINLAŞTIRAN ZAMAZİNGOLAR
Öğleden sonra turizm firmalarını dolaşıp meşhur ölüm yolunu yapmak için bilgi topluyorum. Bir de şehir turu yapmak istiyorum. Karnaval dolayısıyla pazartesi ve Salı tatil olduğu için bütün müzeler kapalı. İnsanlar çok içip tehlikeli araba kullandıkları için iyi şirketler bisiklet turlarını da iptal etmişler.
Sokaklar çoluk, çocuk, gençlerle dolu. Herkesin üzeride bir yağmurluk, birbirleri su ve köpük atıyor ve çok eğleniyorlar.
FESTİVAL

La Paz’da bir iki hafta önce selden dolayı toprak kayması olduğu ve 800 ev hasar gördüğü için karnaval şenlikleri nisana ertelenmiş. Ama gençler dinler mi?
Akşam Şeniza’ya buluşup trucha denen çok lezzetli bir göl balığından yiyoruz. Sonra da şık mekanımıza gidiyoruz. Bütün gün sokaklarda sürtmek bu yükseklikte insanı çok yoruyor. O bu sabaha karşı Kanada’ya uçacak ben de daha mütevazi bir yere geçeceğim.
07.03.2011
Sabah erkenden yeni mekanıma geçiyorum. Merkeze daha yakın çok şık, çok zarif bir hostel. Öbür tarafa ödediğim paranın üçte biri.
KATEDRAL ÖNÜ

Bavulu bırakıp şehir turu bulabilir miyim diye yine kendimi sokaklara atıyorum. Bugün de şehir turu yapan otobüs çalışmıyormuş. Bu La Paz beni istemiyor diye karar verip yarın için Copacabana biletimi alıyorum. Yarın karnavalın son günü herkes evinde paçamama’ya yani toprak anaya dua edermiş. Bugün ise herkes sokaklarda. Sabahtan bira kasaları sokakları kaplamış. Herkesin elinde plastik bir bardak bira içiyorlar, bazıları da teybe müzik koymuş hem içiyor, hem dans ediyorlar. Yerlere çiçek yaprakları ve konfeti gibi üzerinde çeşitli iyi dilekler yazan kağıtlar atıyorlar ,bu kağıtları birbirlerinin boynuna da asıyorlar ve kapılarına arabalarına balonlar asıyorlar.
SOKAKTA DANS

Bir aileyi kapıların önünde teybe bir müzik koymuş, yerlere çiçek yaprakları atmış içerken görünce yaklaşıp iyi karnavallar diyorum. Çok hoşlarına gidiyor, hemen bana bira ikram ediyorlar ve anneanneyle karşılıklı dans ediyoruz. Sonra da içtiğin biranın bir kısmını yere döküyorsun. Bu paçamama alkolik herhalde. O kadar çok bira içiliyor ve dökülüyor ki.
KOLONYAL SOKAK

En sonunda iki Hollandalı çocukla özel bir şehir turu ayarlıyoruz. Rehberimiz Digo endüstri mühendisliğinde okuyor. Hollandalı çocuklar da liseyi bitirip 6 ay çalışıp para biriktirmişler ve bu geziye çıkmışlar. Ama esas meseleleri gezmek değil gönüllü çalışmak. Nitekim Peru’da çocuk yuvalarında çalışmışlar. Karnaval nedeniyle La Paz’a gezmeye gelmişler dönüp Peru’da gönüllü çalışmaya devam edeceklermiş. Çok akıllı, buranın tarihi ile ilgilenen, ne istediğini bilen iki genç delikanlı.
Bolivya’da 18 yaşındaki erkekler askere bir yıl için gidiyormuş. Eğer okuyorsan hafta sonları, okul öğleden sonra bitiyormuş, o zamanlardan askerlik eğitimi alıyormuşsun. Bana güzel bir sistem gibi geldi.

Şehri tepeden gören bir yere gidiyoruz. Orada aşağı mahalle ve yukarı mahalle ayrımını çok net görüyorsun. Fakat devamlı yağmur yağdığı için ortalık sisli.
Daha sonra Morales’in çalışma mekanı da olan Plaza Murillo’ya gidiyoruz. Oradan La Paz’ın zenginlerinin oturduğu şehir dışındaki kalın duvarlarla çevrili villaları görüyoruz. Elbette bir kısım insan Morales’i istemeyecek. En büyük şikayet şeker ve yiyecek fiyatlarını artması. Buna karşılık fakirlere, hamile kadınlara ve öğrencilere yardım yapılmaya başlanmış.
Şehirde mikro denilen minibüs ya da eski otobüslerden oluşan bir ulaşım sistemi var. Üzerinde nereye gideceği yazılı. El kaldırıyorsun duruyor. Çok ucuza isteğin yere gidiyorsun.
AY VADİSİ

Sonunda ay vadisi denen bir yere gidiyoruz orası da çok yağmur yağdığı için girilmesi tehlike hale gelmiş ve gezmemize müsaade etmiyorlar. Ben bir kafamı uzatıyorum. Değişik bir toprak yapısı derin vadiler, dik tepeler oluşturmuş.
Akşam lüks bir otelin onbeşinci katında pisco sour denen buraya ait bir içki içiyorum. Daha doğrusu her ülke farklı içkiyle limonu karıştırıp adına da pisco sour diyor.


Oradan da halk danslarının yapıldığı şık bir lokantaya gidiyorum. Ülkenin çeşitli yerlerine ait dans gösterileri yapılıyor ve değişik orkestralar müzik ziyafeti veriyorlar.
La Paz’da cadılar çarşısı diye bir yer var. Orada batıl inanışlar için gerekli malzemeler satılıyor. Paçamama heykelleri, tütsü takımları ve lama yavrularının doğmadan anne karnından çıkarılıp kurutulmuşları var. Bunları yeni ev yaparken evin temelinin dört köşesine uğur ve korusun diye koyuyorlarmış.
Ayrıca bir kilise deerimiş mumlardan duvara ev çizen bir çift gördüm. İzmirdeki hıdrellez geleneğine ne çok benziyor. Çiğdem benim için neler neler çizdi ama benim inançsızlığımdan mı nedir hiçbiri gerçekleşmedi.:))
DOĞMAMIŞ LAMA YAVRULARI

Bir de şehrin ortasında kalın ve yüksek duvarlarla çevrili La Paz cezaevi var. Burayı gardiyanlara rüşvet vererek rehberli olarak gezebiliyormuşsun. Nitekim Arjantin de rastladığım bir İsveçli kadın gezmiş. Cezaevinde aileler çocukları ile kalabiliyormuş. Ayrıca paran varsa kendine özel mekan yaptırabiliyormuşsun. Bu kadın gezerken rehberlik yapan mahkum onların da bu işten para kazandığını söylüyor. Anlattıkları inanılmazdı. Söylentiye göre bu gezilerden biri youtube a düştükten sonra işi biraz daha sıkı tutuyorlarmış. Bunun manası daha yüksek rüşvet vermek gerekiyor herhalde.
8.03.2011
Sabah erkenden balonlar,yapraklar ve şeritlerle süslü aramızla Capocabana’ya yola çıkıyorum. Yanımda Kore kökenli yine bir Kanadalı oturuyor. Yolda otobüsten iniyoruz. Yolcular teknelerle otobüs ise uyduruk bir salla karşıya geçiyor.

BÜYÜLÜ OTOBÜSÜMÜZ

Titikaka gölünün çevresinden çok güzel manzaralarla Copacabana’ya varıyoruz. Copacabana iki dağın etrafında kurulu. Dağların arasındaki bölge tamamen turistik. Oteller, lokantalar,internet kafeler ve turizm ofisleri var. Dağın diğer iki yanında yerliler yaşıyor. Burası Bolivya ile Peru arasında durak yeri. Dünyanın üzerinde deniz araçların çalıştığı 3800 metredeki en yüksek gölü. Anlamı “Titi” büyük kedi, “kaka” kaya anlamında. İki kelimenin tercümesi “Puma kayası”.Efsaneye göre İlk İnka Kralı “Isla Del Sol”de yani Güneş adasında kedi başını andıran bir kaya üzerine çıkar. Diğer bir efsaneye göre de İnka’lar İspanyollara bir gemi ile altın götürürken İspanyolar krallarını öldürüyor ve buna kızan İknalar gemiyi batırıyorlar. Titikaka gölünde hala altın arayanlar varmış. Ancak gölün 8400 km2 olduğunu düşünürseniz derinliği de 250 metreyi geçiyor bu altınlar daha çok aranacak herhalde.

GÖLDE GÜN BATIMI
Gölün yarısı Peru’ya ait yarısı Bolivaya’ya.Tekne esas olarak turistlerle dolu. Ama Bolivya lı bir iki aile de var. Genç bir kadın var sırtındaki renkli torbada bebesiyle. Bütün yolu ayakta geliyor. Yanında kocası var şu çocuğu biraz da ben taşıyım demiyor. Zaten yolda ufacık bir kızla erkek çocuğuna rastlıyorum. Kızın sırtında yük var. Küçükten eğitiliyorlar yani. Bütün satış standlarında kadınlar var. Dolmuş muavinlerinin bile çoğu kadınlar.
KÜÇÜK KIZ VE YÜKÜ

Göle karşı tek sakıncası 5. katta olan manzaralı bir odada kalıyorum. Öğlen yemekte Şili’li makla tanışıyorum. Avukat olmuş ama ailesinin mobilya işinde çalışıyormuş. Ne telefonu ne de kamerası var. Hüzünlü ve ruh gibi bir hali var. Bana bugün yoldaşlık yapıyor. Beraber şehrin ortasındaki meşhur yerli meryemin olduğu katedrali geziyoruz. Katedral meydanında balon ve çiceklerle süslü arabalar kutsanmak için bekliyor. Şehri dolaşıyoruz. Karnavalın son günü olduğu için lokantaların çoğu kapalı,halk sokaklarda ve havai fişek gösterisi yapılıyor.
9.03.2012
Sabah erkenden tekneyle isla del sol yani güneş adasına yola çıkıyorum. Bu adada yerleşim yerleri çok sınırlı. Her yerleşim yerine girerken ayak bastı parası veriyorsun. Dağları teraslamışlar. Bakla,mısır gibi bitkiler yetiştiriyorlar. Rehber İspanyolca anlatıyor. İnkaların önemli yerleşim yerlerinden birini geziyoruz. Sunak alanlarını, suyu depoladıkları sarnıçları ve dağa oyulmuş yüzü görüyoruz. Tam anlamıyorum anlattıklarını. Ama manzara olağan üstü. Şapkam başımda olduğu ve güneş kremi sürdüğüm halde pancar gibi yanıyorum.
GÜNEŞ ADASINDA İNKALARIN YAPTIKLARI YOL

Güneş adasında karşısında ay adası var. Güneşin güneş asından ayın ay adasından doğduğuna inanıyorlar. Akşam kendime yerel meyvalardan ve buranın içkisi olan sanganiden oluşan bir ziyafet çekiyorum. Odamdan muhteşem gün bir gün batımı ve yeni ayın doğuşunu izliyorum.