Perşembe, Şubat 17, 2011

PUCON, SANTİAGO , İSLA NEGRA VE VALPARAİSO TEKMİLİ BİRDEN

13.02.2011
Bugün Santiago biletimi alıp tur işlerimi ayarlıyorum. Pucon’da Anna ile dolanıyoruz . Ben kararımı verdim hostelin turuyla gideceğim. O dolanıyor başka turları araştırıyor. Öğlenden sonra göle girmeye gidiyoruz. Plaj insan kaynıyor. Hava güzel gölün suyu soğuk değil. Keyifle yüzüyorum.
ARKADA VOLKAN VE PLAJ

Akşam da kaplıcalara gidiyorum. Şehirden yarım saat uzakta pek çok kaplıca var bizimki doğal olan. 6 tane doğal havuzu var. Girişte havuzda seks yapmak yasak diye yazıyor ama kim dinler. Gece hava karanlık çiftler havuzda keyifteler. Zaten burada herkes her an yollarda otobüste nerede olursa öpüşüyor. Gençler erken yaşlarda flört etmeye başlıyorlarmış.
KAPLICALAR

Loş ışıklı havuzda yıldızları seyrederek keyif yapıyorum. Hostelden İsrailliler var ama bana yüz vermiyorlar. Zaten buraları İsrailler işgal etmiş. Özellikle dağlarda ve trekking yapılan bölgelerde gruplar halinde dolanıyorlar. Karadenizde de çok İsraillere rastlardık. Onların memlekette dağ olmadığı için nerede dağlar var onlarda orada.
14.02.2011
Sabah 6’da kalkıyorum bugün Villarrica volkanına tırmanacağım. Minibüs yine İsrailli dolu. Biraz daha buralarda dolaşırsam hibrucayı sökeceğim. Dağ bütün heybetiyle karşımızda. 1400m ye kadar teleferikle çıkıyoruz. Tepesi 1845 gibi bir şey. Zigzag çizerek çıktığımız için toplam yol 4 km. bana pek koymaz ama sırtımıza bir çanta verdiler içi dolu. Çeşit çeşit dağ ekipmanı ve kıyafeti. Ne olur ne olmaz her an hava değişebilirmiş. Tırmanış dört saat sürüyor her yarım saatte bir mola veriyor rehberler. İlk molada benim itibarım İsrailli gençlerin gözünde birden arttı . Herhalde pek gözleri tutmamıştı. Bu kadın bizim tempomuzu düşürecek diye. Hepsi benimle muhabbette başladılar. Neredensin, yalnız mı geziyorsun falan diye. Bu çocuklar 3 yıl askerlik yapmışlar, gençler , yani formları elbette benden iyi. Hatta bir tanesi çok şeker bir çocuk Asaf, yeni kız arkadaşım diye beni kız arkadaşına tanıttı. Annesi babasıyla karşılaştırdı. Onlar da sportmenmiş gençliklerinde ama senin gibi bir şey yapmazlar diye yanımdan ayrılmadı yol boyu. Velhasıl prestijim binbeşyüze çıktı.
DAĞ BU



BÖYLE ÇIKILIYOR
Galiba ben biraz çılgınım.:) daha doğrusu herkesin yapmayacağı bir şey yapıyorum. Ne mutlu ki bana bu yaşta hem sağlığım, hem param ve hem de zamanım var bu geziyi yapmaya.
Dağa çıktık güzel de bir de aşağıya inmesi var. Karda kayarak inilecek. Dimdik bir yamaçtan aşağıya kayacaksın. Elimizde bir balta onunla hızı kontrol edeceksin. Ben kaymam diyorum rehberlere. Yürüyeceğim. Robot gibi kıyafetler giydik;zaman zaman onların üzerinde zaman zaman plastik bir yuvarlak üzerinde kayacağız. Plastik hızlı gidiyor, elbiseler yavaş. İte kaka beni dağın kıyısından aşağıya atıyorlar. Bu macera bir saat sürecek. Kalbim atıyor, heyecandan öleceğim. İlk bölümde zaman zaman kontrolü kaybediyorum. İtiraf edeyim ki son bölüme kadar rahatlayamıyorum. Son bölümde artık keyfini çıkarıyorum. Ve bu gezinin şimdiye kadar ki en ilginç tecrübesi oluyor.


EVET TEPEDEYİM

Akşam Santiago’ya gidiyoruz Anna ile.
15.02.2011
Bütün günümü zehir eden bir şey oluyor. Anna terminalde tuvalete gitmek istiyor. Ben iyi kalpli ve yardımseverim ya, ben eşyalarına bakarım diyorum. Ve gerçekten gözümü ayırmıyorum. Benim sırt çantam, onun sırt çantası ve küçük bir çantası daha var. O sırada bir yaşlı adam yavaş sesle bana bir şeyler söylüyor. Ne diyor diye hafifçe öne çıkıyorum. 2 dakika sonra arkamı dönüyorum ve Anna’nın küçük çantası yok. İnanılmaz bir el çabukluğu. Bereket parası ve pasaportu bel çantasındaymış. Kızcağız inanamıyor, ağlıyor. İçinde kitapları, anı defteri, adresler varmış. Ben kahroluyorum tabi. Bütün gün bana zehir oluyor, sıfır moralle dolanıyorum. Benim sırt çantamı yürütse içinde PC ve fotoğraf makinem var. Bereket onunkinde çok bir şey yok ama o çok üzülüyor ve ağlıyor. Polise gidiyor. Para olmadığı için belki bulunur diyor. Sen git istersen deyince ikiletmiyorum. Çok üzülüyorum ama parası ve pasaportuna bir şey olmaması beni biraz olsun rahatlatıyor. Bu olayın hem bana hem ona ders olmasını diliyorum.
CS den beni evinde misafir edecek olan Oscar çalıştığı için Santiago’yu turluyorum. Çok büyük ve güzel bir şehir ama işte büyük şehir. Vaktin olacak kalıp yaşayacaksın. Yoksa böyle gel geç tepeye çık, müzeyi, katedrali gez pek anlamı olmuyor.


Plaza de Armas, San Cristobal tepesi, metropolitana parkı, merkezdeki ana caddelerde dolaşıyorum. Oturup kahve içecek bir yer arıyorum ama yok yok. Her taraf dükkan. Bereket caddelere banklar koymuşlar,insanlar oturup dinleniyor. Sonunda bir kafe buluyorum ama berbat bir yer. Kahve kenarı kırıp bardakta geliyor.
Oscar’ın evi şehrin merkezinden uzak. Metroda biraz zorlanıyorum ama sonunda yolumu buluyorum. Ev bir apartmanın 8 katında, önü açık dağlara bakıyor. Balkonda bir keyif içkisi alıyoruz. Aslında ben 3 gündür kötüyüm. Midem bir şey almıyor. Sanırım kaplıcalarda üşüttüm. Akşam evde kalan diğer CS üyesi alman Filip’in doğum günü olduğu için bizi yemeğe davet ediyor. Yorgunum ama böyle bir daveti de ret edemem. Şık bir yere gidiyoruz sonra da gecelere akacağız ama ne ben de ne de Filip de hal yok. Yemekte ısmarladığım salatayı bile yiyememişim. Böyle geceler plan suya düşüyor.


16.02.2011
Sabah Pablo Neruda’nın evi bulunan İsla Negra’ya gidiyorum. İsla İspanyolca ada demek ama o şehir ada falan değil. Neruda penceresinden bakarken siyah kayalara vuran denize siyah ada adını verince şehir de adını değiştiriyor. Müze olan ev ziyaretçi kaynıyor. Sırayla tura alıyorlar bereket İngilize tura pek rağbet yok. Benim sıram yarım saat sonra geliyor. Benden başka 2 de Meksikalı var. Büyük gezi teknelerinde çalışıyorlarmış,İngilizcer bildikleri için İspanyolca turu beklemek istememişler.

NERUDANIN EVİNDEN
Neruda’nın evi okyanus kıyısında bir tepenin üzerinde. Dalgaların kıyıya vurduğu inanılmaz güzel manzaralı bir ev. Evin büyük bir kısmını köylülerle birlikte kendisi yapmış. Mesela yerlere ayak masajı olsun diye deniz kabukları koymuş. Bir bölümün yerini ağaç parçalarıyla döşemiş.
ŞİŞE KOLLEKSİYONU

Denizi çok sevdiği halde yüzme bilmiyormuş. Ev eski gemilerden çıkan örneğin gemilerin önündeki ahşap kadın figürleri, ya da dümen gibi çeşitli aksesuarlarla dolu. Ahşaba çok meraklı olduğu için çeşit çeşit masklar, blok ağaçtan heykeller dolu. Ayrıca şişeler, kadehler,eniz kabukları ve daha birçok şeyi toplamış. Yatak odasının altında barı var. Oraya ölen arkadaşlarının isimlerini yazmış ki ona ruhlarıyla destek olsunlar diye. Orada Nazım’ın da adı varmış. Ama hem bara giremediğimiz için, hem de fotoğraf çekmek nedense yasak olduğu için yazıyı göremedim. Ayrıca Nazım en iyi dostlerından biriymiş ve ona beyaz, işli bir gömlek hediye etmiş. Maalesef o da temizleyicide olduğu için göremedim. Neruda bütün şiirlerini aşka ve hayata ait olduğunu düşündüğü yeşil kalemle yazarmış.
NERUDA VE MATİLDA NIN MEZARI
Oradan Valparaiso’ya geçiyorum. Midem kötü. Parkta yol sorduğum kadınlar aman çantana dikkat et diyorlar. Yorgunum. Moralim de bozuluyor. İlk hostele kendimi atıyorum. Çiğdem’cim sen aklıma geliyorsun ve vücudumun sesini dinliyorum. Bana diyor ki yat , uyu, dinlen. Bir şeyler yemem lazım diyorum, gidip ıvır kıvır bir şeyler alıyorum ve doğru yatağa. Güzel bir uyku çektikten sonra biraz kendime geliyorum. Bir şeyler atıştırıyorum. Zira dört gündür boğazımdan pek bir şey geçmedi. Yine vur kafayı uyu kadın diyorum.
VALPARAİSO DAN EVLER


17.02.2011
Bu sabah kendimi iyi hissediyorum ve şehri dolaşmaya çıkıyorum. Okyanus kenarında yamaçlarda kurulmuş eski bir şehir. Çok güzel binalar var. Şehrin çeşitli yerlerinde asansörler var. Vızır vızır otobüsler, eski traleybüsler çalışıyor. Duvarlarda çok güzel grafitiler yapılmış. Burada da Neruda’nın bir müze evi var . Daracık ,yokuş yollardan tepelerden dolaşarak, balık pazarına gidiyorum. İnanılmaz çok kabuklu hayvan var. Ayrıca balıkçılar, atılan balık artıklarını yemeğe gelen martılar, deniz aslanları dolu etraf.

DUVAR RESİMLRİ DOLU BİR ŞEHİR
Kemiklerimi ısıtıp, okyanusa atayım diyorum kendimi ama kolay mı ;okyanus beni hemen ger atıyor. Kocaman dalgalar çok kuvvetli alıp seni çaat kıyıya atıyor. Çocuklar dalgalarda zıplıyıp hopluyorlar. Bir iki deniyorum olmuyor. Adamın biri sen git şu sakin yerde yüz deyince kös kös gidip oradan denize giriyorum.
Denizden sonra doğru bir balık lokantasına. Her şey İspanyolca. İyi ben biraz söktüm ama bütün o balık isimlerinden anlayacak kadar değil herhalde. Biraz şaklabanlık yapıp masaların arasında dolaşıyorum ve gözüme kestirdiğim bir yemeği işaret ediyorum garsona. Biraz sonra balıkçının tezgahında gördüğüm her türlü böceğin içinde bulunduğu kocaman bir tas önüme geliyor. Şimdiye kadar burada ısmarladığım hiçbir yemeği bitiremedim. Bu benim için inanılmaz birşey ama artık alıştım. Yemeğin adı Paille. İspanyolların pilavla yaptıklarını bunlar pirinçsiz sulu bir yemek yapmışlar. Bir de kırmız şarap istiyorum. Bu artık iyileştiğimi gösteriyor.
BALIK PAZARI


Akşam yine Santiago’ya dönüyorum. Oscar bu gece bir program yapmadıysa yazdıklarımı bloguma yükleyeceğim.
İMLA YANLIŞLARI İÇİN ÖZÜR DİLERİM. HERŞEY ÇOK HIZLI YAPILMALI. TEKRAR GÖZDEN GEÇİRMEK PEK MÜMKÜN OLMUYOR

2 yorum:

Türey dedi ki...

Canım, şahanesin, büyüksün, Nergizsin. Seni okudukça asla bir "gezgin" olamayacağımı, konformist bir "turist" olduğumu anlıyorum. Lütfen kendine dikkat et, seni çok özledim.
Türey

Dolphin dedi ki...

Nergizcim,
Ben seni bir öncüyü izler gibi izliyor, kendime dersler çıkarıyorum. Bu yolculukta seninle olabilmeyi gerçekten çok isterdim. Bütün derslerini ezberleyeceğim:-) Gün batımlarına, lavantalara, tüm yolculuğuna bayıldım. Ayaklarına kuvvet diliyorum, karşına hep iyi insanlar çıksın, şansın hep açık olsun. Feride