Çarşamba, Şubat 02, 2011

EL CALAFETE VE EL CHANTEL

El Calafete
Havaalanından servis hostelin önüne kadar bırakıyor beni. Şehir merkezine biraz uzak ama temiz güzel bir hostel. .mARCOPOLOİNN Eşyalarımı odama bırakıp sokaklara atıyorum kendimi. Çöl gibi kurak bir bölgeye kurulmuş tam bir turist şehri. Her taraf turizm bürosu,otel, lokanta ve hediyelik eşya dükkanı dolu. Perito Morino buzulu gerçekten bir doğa harikası olduğu için buraya dünyanın her yerinden turistler akın ediyor. Buzulla ilgili çeşitli turlar düzenliyorlar. Şehir hızla büyüyor herhalde ki bizim hostelin olduğu bölgeye daha asfalt bile yapılmamış,yollar toprak.
HOSTELDEN BİR GÖRÜNTÜ

Sokaklarda dolanıp daha yakında bir hostel bulup taşınır mıyım diye araştırıyorum. Bu hostel konusu önemli. Arjantin’de ilk defa İguaza şelalelerinde hostelde kaldım. İnternetten 3 gecelik yer ayırtmıştım.gider gitmez de parasını verdim. Sonra hosteli beğenmedim. Oradaki son günümde biraz keyif yapacağım için bahçesi falan olan bir yere geçeyim dedim. Gittiğim yerler hep 4-6 kişilik erkek kadın karışık odalar var deyince benim aklım bu işi pek almadı. Nasıl yani tanımadığım adamlarla aynı odada mı kalacağım. Ama Ushuaia’daki ilk geceden sonra ar damarım çatladı.:) biraz geçte olsa anladım ki burada işler böyle yürüyor. Artık ille de kdın yatakhanesi aramıyorum. Ama 4 kişilik oda iyi oluyor. Hele burada yalnızca Tayvan’lı bir kız vardı. Ve sabahın köründe çıkıp gecenin geç saatinde geliyordu.
Neyse diğer hostel benimkinden iyi değil. Uzaklığına razı oluyorum.
30.01.2011
Bugün meşhur buzulu görmeye gittim. Gece geç geleceğim için öğlen kendime bir ziyafet çekeyim bari dedim. Et ve sebzelerden oluşan,bal kabağı dahil çorbamsı bir yemek , şarap- menüde ya şarap ya su vardı- ve şeftali tatlısı yedim.

YUMMY
Yol 1.5 saat kadar sürüyor. Parkta bir gemi turu var. Tabi turist olarak hemen ona bindim. Çok bir özelliği yok. Buzulun yakınına götürüyor. Ama gemi çok kalabalık olduğu için doğru dürüst fotograf çekip izleyemiyorsun. Sonra otobüs gelip seni alıyor ve son durağa götürüyor. Burada yürüyüş yolları yapmışlar. Buzulun dibine kadar yaklaşıyorsun. Burası dünyanın tek büyüyen buzulu –günde 2 metreye kadar büyüdüğü oluyor.. İki dağın arasından kocaman bir buzul geliyor. Ushuaia’daki buzul halt etmiş. İki dağın iki tarafındada iki göl var. Bu iki göl arasında su akımı olduğu için buzulu alttan alta yiyor ve 3-4 senede bir buzul büyük bir kopuşla,,gürültüyle göle düşüyor. Zaten devamlı parçalar göle düşüyor. Düşen parçanın büyüklüğüne göre silah patlaması ,gök gürültüsü ve bomba patlamasına varan sesler çıkıyor. Etrafta kuşlar ötüşüyor. İnanılmaz bir manzara. Keyifle etrafta dolanıp tabiatı dinliyorum.
PERİTO MORENO BUZULU

Arjantin’liler ellerinde mate termosları ve bardaklarıyla kenarlara oturmuş matelerini içiyorlar. Mate içen biri olduğunu görürsen anla ki o Arjantinli ya da Uruguaylı. Ama bazen yanılabiliyorsun. Ushuaia’daki oda arkadaşım güney Koreli Lily’nin mate bardağını görünce onu da Arjantinli sanmıştım.


Yolda tavşanlar önümüzden geçiyor ve de yolda hayvan ölüleri var. Bizde yolda insan ölüleri olur ya.

Gece iki İsveçli kadınla sohbet ediyoruz. Biri öğretmen öbürü bankada güvenlik görevlisi. Lesbiyen bir çift. Bu olanaklarla 6 ay güney amerikayı geziyorlar. Ne hoş değil mi?
31.01.2011
Dün gece kaplamam düştüğü için bugün EL Calafate’de sabahtan hastaneye gidiyorum. Dişçi o gün yokmuş aralarında konuşuyorlar biri var ama uzakta diye. Sonunda bana biraz bekle diyorlar. On dakika sonra yakışıklı bir dişci geliyor 45-50 yaşlarında. İngilizce bilmiyor. İşin garibi ilk defa Türkiye’yi bilmeyen birine denk geliyorum. Bilmeseler bile belki kibarlıktan aaa Türkiye deyip ilgi gösteriyorlardı. Bu adam bunu göstermiyor diye biraz sinirleniyorum. Aç haritayı biraz sağına soluna bak be adam değil mi? Koca Türkiye.
Adam dişimi yapıştırıyor ve implant yaptırman gerek deyip bana Buenos Aires deki bir doktoru öneriyor. Türkiye’yi bilmeyen adamdan ne hayır gelir yapıştırdığı diş akşama düşüyor. Bereket kenarda bir kaplama. Çok gülmezsem idare edecek ama benim gülmemem mümkün mü?
Öğlen otobüsle EL Chalten’e geliyorum. Yanımda bir İrlandalı çocuk. Biraz laflıyoruz. Moral bozuyor bu gençlik. Herkes 9-12 ay geziyor. En az gezen 6 ay. Bir de bana 3 ay için çok diyenler dinlesin.
EL CHALTEN

El Chalen gerçekten ilginç bir kasaba desek mi acaba zira burası yalnız 6 ay açık. Dünyanın her yerinden buraya treking için geliyorlar. İlginç bir doğası var. Arkada And dağları . Önde daha küçük dağlar.Hani çocukken resim çizerdik.sivri sivri dağlar.İşte öyle. Aralarında buzullar var ve buzulların önünde göller Bir yığın nehir, göl ve buzul var. Bir yığın da yürüme parkuru ve kamp yerleri.Burası da turistler için ama daha çok kampçılar için olduğundan çok sosyetik değil daha sade. Binalar bahçeler içinde ,şirin küçük mekanlar..İnsanı ya da beni rahatsız etmiyor. Şehir ya da kasaba diyelim girişinde otobüsten indiriliyoruz. Ve burasının bir doğal park olduğu, etrafı kirletmemiz, ateş yakmamız gerektiği vb konularında uyarılıyoruz. Uymazsak ceza alacağımız anlatılıyor kibar bir şekilde. Elimize bir harita veriyorlar. Gezilecek yerleri gösteriyor. Zaten her yerde levhalar var. Kaç saate gidersin,nasıl gidersin. Patikalar çok düzgün. Zor olan yerlere tutunma yeri bile yapmışlar. Ona rağmen pek çok kişi rehber tutuyor. Yolda rastladığın herkes birbirine ‘hola’ diyor. Yalnız bazı salak Fransızlar ‘bonjur’ bazı Amerikalılarda ‘Hi’ diyor. Bende onlara bir daha rastladığımda ‘merhaba’ diyeceğim. Burada milliyetçi duygularım mı ortaya çıkıyor ne?


Oradan hostele gidiyoruz. Benim hostel kasabanın en sonunda. Yine bir kazık var ama neyse bereket hoş bir yer. Zaten kasabanın bir ucundan öbürüne en fazla 20 dakikada gidebilirsin. Tabi rüzgar varsa bu vakit uzayabilir zira burada devamlı rüzgar var ve inanılmaz güçlü esiyor.
Eşyalarımı bırakıp dağlara uzanıyorum. Bir tepede hem ovayı hem karlı And dağlarını izleyip dağlarına kar yağmış memleketimin diye bir türkü tutturuyorum. 2.5 saatlik bir trekingden sonra yorgun argın otele geliyorum. O ne odamda 2 yakışıklı adam var..Çocuklar horluyorum ha haberiniz olsun diyorum. Üzerimdeki ranzada yatan İsviçreli çocuk böyle sallasam olur mu diyor. Abi bular da alışmamışlar galiba horlamaya. Ne iştir bu. Akşam yanımda iki orta yaşlı- çok şükür--- adamla yemek yiyorum. Onlarda İsviçreli ama köylüsü herhalde İngilizce bilmiyorlar. İtalyanca İspanyolca el kol hareketi idare ediyoruz. Sana kahve ısmarlıyalım diyorlar. İçmem uykum kaçar deyince baileys ısmarlıyorlar. Bu arada yan masada iki alman tavla oynuyor. Ben laf atıyorum iddialı olana ‘beni yenersen sana bira ısmarlarım’ diye. Ortalık karışıyor tabi. Meğer yemeğe gideceklermiş. Ama erkek milleti değil mi? İddia deyince gel bir oyun oynayalım diyor .Bir oyunla bira olmaz diyorum. Tamam peki gel oynayalım diyor. Yahu çiğdem ve Meriç ben bu oyunu sizden öğrendim mi ne? Adamı 6 kapıya alıyor muyum?. Yeniliyor tabi.arkadaşları çok mutlu anlaşılan iddiacı bir adam. Yarın sabah tekrar oynayalım diyor ama kusura bakma alman kardeş ben yürüyüşe gideceğim diyorum. Onlar da dönüyorlarmış. Muhtemelen arkadaşları bununla epey dalga geçecekler.



1.02.2011
Göz açıp kapayıncaya kadar Şubat’ı getirdim bile. Sabah dokuz gibi kahvaltıya gidiyorum ortalıkta kimse yok. Sabahın köründe yollara düşmüşler. Bende geri kalır mıyım. Vuruyorum kendimi dağlara. 3 saat gidip 3 saat geri döneceğim. Yani 6 saat diyor elimize verdikleri harita. Ama benim kondisyonum var ben bunu 4 ya da 5 saatte bitiririm diyorum. Nerde 7 saatte zor bitiriyorum. Ama keyfini çıkara çıkara yürüyorum. Kuş sesleri, rüzgarın uğultusu,nehrin hışırtısını dinleyerek zaman zaman oturup etrafı seyrederek keyifle yürüyorum. Hava ve manzara her an değişiyor. Hava bir açıyor bir kapıyor.yağmur yayıyor,duruyor. Manzara derseniz ondan değişken. Bozkırda yürürken ormanın içine dalıyorsunuz,sonra bodur ağaçlar,tekrar gorgit ormanları gibi ormanlar. Sonra birden karşınıza karlı ve bulutlu And dağlarının tepeleri çıkıyor. Neresi bulut neresi kar anlamakta zorlanıyorsunuz.


Yolun sonunda bir kamp yeri var. Hiçbir olanağı yok. Kamp yeri olmasının tek sebebi dere kenarı, ağaçlık ve düzlük. Kamp kurdun bir şey eksik ya da bitti hadi bakalım 6 saat yürü kasabaya. Kampın biraz ilerisi buzul ve önünde göl. Etrafı karlı tepeli dağlar. Tepeye çıkıp sırtımı bir taşa dayıyorum. Hafiften bir yağmur var. Pançoma sarılmışım. Dünya umurumda değil. Yalnız hava soğuk olduğu için parmağım sızılıyor biraz.

GÖL VE BUZULUN ÖNÜNDE BENDENİZ
Ağaçlar bir garip hal almışlar rüzgardan. Fotoğraflara bakınız. Dönerken güneş çıkıyor. Biraz daha kalsaydım dağları sis altında değil de güneş altında görseydim diye hayıflanıyorum ama geri dönecek mecalim yok.
GARİP AĞAÇLARA BİR ÖRNEK

Hostelde büyük bir İsrailli grup var. Hepsiçok genç. Buraya çok gelirlermiş. Bir ara politika tartışıyoruz. Erdoğan’ı sevmiyoruz diyorlar. İnanılmaz milliyetçiler.18 yaşına gelince erkekler 3 sene kadınlar 2 sene askerlik yapıyormuş. Biz çok kuvvetliyiz Amerika, Rusya ve Çin’den sonra en güçlü ordu bizim diyorlar. Ben de ama bizim ordu çok kalabalık diyorum. Filistine giden gemiye İsrail askerlerin önce silahla saldırmadığını ama gemidekiler bıcak,baltayla onlara saldırınca ceplerinden gerçek silahlarını çıkardıklarını söylüyorlar. Medya ne kadar güçlü bir silah. Önemli olan insanlar ,ordular, savaşlar kötüdür falan diyorum ama pek anlayacak durumda değiller.
02.02.2012
Sabah erkenden yine dişçinin yolunu tutuyorum. Otelden 8 de git zira herkes randevulu diyorlar. Ben 7:45 de kapıdayım. Zil var çalıyorum kapı duvar. Saat 8 gibi bir adam geliyor kapıyı açıyor. Diş hekimini arıyorum diyorum. Bir yığın İspanyolca laf söylüyor. Aradan önemli olan bekle lafını anlıyorum. Hep böyle oluyor.onlar bir yığın laf söylüyor bazen bir kelimeden ne dediklerini çıkarıyorum. Çıkaramazsam da sevimli sevimli gülümsüyorum. Benim odacı zannettiğim adam meğerse diş hekimiymiş. Kaplamamı yapıştırıyor. Bu da İngilizce bilmiyor ama en azından Türkiyeyi biliyor.
ARI BALINI TOPLUYOR

Öğlen otobüsle El Calafate’ye döneceğim için nispeten kısa bir parkur seçip dağlara vuruyorum kendimi. Nursencim bu sene muhakkak Karadenize gidelim. Hatta belki Güzin de bizimle gelir. Aysun’u da alabiliriz. Dağları özlemişim. Kamp kuranları gördükçe içim gidiyor.
Burada büyülü bir dağ var .Fitz roy. Dimdik göğe yükseliyor.Adamın biri gün doğumunda fotorağrafını çekmiş. olağanüstü. Ama o dağı öyle görmeye hemen hemen hiç imkan yok çünkü tepesi genellile bulutlarla kaplı.
GÖRÜNMEYEN YÜCE DAĞIN KARŞISINDAYIM
Bu arada bizim hostelin avlusuna bir otobüs daha doğrusu iki otobüs geldi. arı otobüsün büyüğü.öndeki normal otbüs. arkada yatakhane ve mutfak var. masalar açıldı yemekler yapıldı. Almanlardan bir grupda böyle geziyor
ALMANLARIN KARAVANLARI
Otobüste yanımda İsrailli psikolog bir kız 6 aydır dolaşıyormuş.ondan da tiyöler alıyorum yollar üzerine. adı Limor politakayı ben de açmıyorum o da. ama sanırım kadar gençler kadar ilgili de değil.

3 yorum:

Deniz dedi ki...

ooo Nergizcigim, takibetmeyeli epey yol amissin gine ve resimleri blogun icine yerlestirmeyi de basarmissin. Ama tabii bunlar esas yaptiklarinin yaninda devede kulak kalir. Senin adina ben keyifleniyorum zira pek kandi yapabilecegim bir is degil. Skype baglantisinda pek basarili olamadik ama tekrar denemeye deger.
Bizde burda iste sabahlaro lojmandan Maden fakultesine giderken ki 20 dakikalik ykustan sikayet ediyoruz ki onun da cogunda biri halimize aciyip aliveriyor arabasina.
Optum, Deniz

Seyahat Delisiyiz Biz..! dedi ki...

Valla ne yalan söyleyeliyim.. Belkis hatırlattı yoksa bir iş güç unutmuştuk seni Nergis hocam..

Taa baştan çok keyifle okudum. Benim çatırtılarım geldi mi? Oraya da :o) hem yazıların, hemde fotoğrafların harika ve hepsine çat çat çatladım vallahi.. Ne diyeyim darısı başımıza..

Yolun açık, ayaklarına kuvvet ve bol şanslar..

Sagılıcakla Kal.

Alper Baysal

akbaş dedi ki...

Nergiz gençler senin üç ayda anladığını altı ayda anlıyordur. Takılma. Devam et :)