Perşembe, Şubat 17, 2011

PUCON, SANTİAGO , İSLA NEGRA VE VALPARAİSO TEKMİLİ BİRDEN

13.02.2011
Bugün Santiago biletimi alıp tur işlerimi ayarlıyorum. Pucon’da Anna ile dolanıyoruz . Ben kararımı verdim hostelin turuyla gideceğim. O dolanıyor başka turları araştırıyor. Öğlenden sonra göle girmeye gidiyoruz. Plaj insan kaynıyor. Hava güzel gölün suyu soğuk değil. Keyifle yüzüyorum.
ARKADA VOLKAN VE PLAJ

Akşam da kaplıcalara gidiyorum. Şehirden yarım saat uzakta pek çok kaplıca var bizimki doğal olan. 6 tane doğal havuzu var. Girişte havuzda seks yapmak yasak diye yazıyor ama kim dinler. Gece hava karanlık çiftler havuzda keyifteler. Zaten burada herkes her an yollarda otobüste nerede olursa öpüşüyor. Gençler erken yaşlarda flört etmeye başlıyorlarmış.
KAPLICALAR

Loş ışıklı havuzda yıldızları seyrederek keyif yapıyorum. Hostelden İsrailliler var ama bana yüz vermiyorlar. Zaten buraları İsrailler işgal etmiş. Özellikle dağlarda ve trekking yapılan bölgelerde gruplar halinde dolanıyorlar. Karadenizde de çok İsraillere rastlardık. Onların memlekette dağ olmadığı için nerede dağlar var onlarda orada.
14.02.2011
Sabah 6’da kalkıyorum bugün Villarrica volkanına tırmanacağım. Minibüs yine İsrailli dolu. Biraz daha buralarda dolaşırsam hibrucayı sökeceğim. Dağ bütün heybetiyle karşımızda. 1400m ye kadar teleferikle çıkıyoruz. Tepesi 1845 gibi bir şey. Zigzag çizerek çıktığımız için toplam yol 4 km. bana pek koymaz ama sırtımıza bir çanta verdiler içi dolu. Çeşit çeşit dağ ekipmanı ve kıyafeti. Ne olur ne olmaz her an hava değişebilirmiş. Tırmanış dört saat sürüyor her yarım saatte bir mola veriyor rehberler. İlk molada benim itibarım İsrailli gençlerin gözünde birden arttı . Herhalde pek gözleri tutmamıştı. Bu kadın bizim tempomuzu düşürecek diye. Hepsi benimle muhabbette başladılar. Neredensin, yalnız mı geziyorsun falan diye. Bu çocuklar 3 yıl askerlik yapmışlar, gençler , yani formları elbette benden iyi. Hatta bir tanesi çok şeker bir çocuk Asaf, yeni kız arkadaşım diye beni kız arkadaşına tanıttı. Annesi babasıyla karşılaştırdı. Onlar da sportmenmiş gençliklerinde ama senin gibi bir şey yapmazlar diye yanımdan ayrılmadı yol boyu. Velhasıl prestijim binbeşyüze çıktı.
DAĞ BU



BÖYLE ÇIKILIYOR
Galiba ben biraz çılgınım.:) daha doğrusu herkesin yapmayacağı bir şey yapıyorum. Ne mutlu ki bana bu yaşta hem sağlığım, hem param ve hem de zamanım var bu geziyi yapmaya.
Dağa çıktık güzel de bir de aşağıya inmesi var. Karda kayarak inilecek. Dimdik bir yamaçtan aşağıya kayacaksın. Elimizde bir balta onunla hızı kontrol edeceksin. Ben kaymam diyorum rehberlere. Yürüyeceğim. Robot gibi kıyafetler giydik;zaman zaman onların üzerinde zaman zaman plastik bir yuvarlak üzerinde kayacağız. Plastik hızlı gidiyor, elbiseler yavaş. İte kaka beni dağın kıyısından aşağıya atıyorlar. Bu macera bir saat sürecek. Kalbim atıyor, heyecandan öleceğim. İlk bölümde zaman zaman kontrolü kaybediyorum. İtiraf edeyim ki son bölüme kadar rahatlayamıyorum. Son bölümde artık keyfini çıkarıyorum. Ve bu gezinin şimdiye kadar ki en ilginç tecrübesi oluyor.


EVET TEPEDEYİM

Akşam Santiago’ya gidiyoruz Anna ile.
15.02.2011
Bütün günümü zehir eden bir şey oluyor. Anna terminalde tuvalete gitmek istiyor. Ben iyi kalpli ve yardımseverim ya, ben eşyalarına bakarım diyorum. Ve gerçekten gözümü ayırmıyorum. Benim sırt çantam, onun sırt çantası ve küçük bir çantası daha var. O sırada bir yaşlı adam yavaş sesle bana bir şeyler söylüyor. Ne diyor diye hafifçe öne çıkıyorum. 2 dakika sonra arkamı dönüyorum ve Anna’nın küçük çantası yok. İnanılmaz bir el çabukluğu. Bereket parası ve pasaportu bel çantasındaymış. Kızcağız inanamıyor, ağlıyor. İçinde kitapları, anı defteri, adresler varmış. Ben kahroluyorum tabi. Bütün gün bana zehir oluyor, sıfır moralle dolanıyorum. Benim sırt çantamı yürütse içinde PC ve fotoğraf makinem var. Bereket onunkinde çok bir şey yok ama o çok üzülüyor ve ağlıyor. Polise gidiyor. Para olmadığı için belki bulunur diyor. Sen git istersen deyince ikiletmiyorum. Çok üzülüyorum ama parası ve pasaportuna bir şey olmaması beni biraz olsun rahatlatıyor. Bu olayın hem bana hem ona ders olmasını diliyorum.
CS den beni evinde misafir edecek olan Oscar çalıştığı için Santiago’yu turluyorum. Çok büyük ve güzel bir şehir ama işte büyük şehir. Vaktin olacak kalıp yaşayacaksın. Yoksa böyle gel geç tepeye çık, müzeyi, katedrali gez pek anlamı olmuyor.


Plaza de Armas, San Cristobal tepesi, metropolitana parkı, merkezdeki ana caddelerde dolaşıyorum. Oturup kahve içecek bir yer arıyorum ama yok yok. Her taraf dükkan. Bereket caddelere banklar koymuşlar,insanlar oturup dinleniyor. Sonunda bir kafe buluyorum ama berbat bir yer. Kahve kenarı kırıp bardakta geliyor.
Oscar’ın evi şehrin merkezinden uzak. Metroda biraz zorlanıyorum ama sonunda yolumu buluyorum. Ev bir apartmanın 8 katında, önü açık dağlara bakıyor. Balkonda bir keyif içkisi alıyoruz. Aslında ben 3 gündür kötüyüm. Midem bir şey almıyor. Sanırım kaplıcalarda üşüttüm. Akşam evde kalan diğer CS üyesi alman Filip’in doğum günü olduğu için bizi yemeğe davet ediyor. Yorgunum ama böyle bir daveti de ret edemem. Şık bir yere gidiyoruz sonra da gecelere akacağız ama ne ben de ne de Filip de hal yok. Yemekte ısmarladığım salatayı bile yiyememişim. Böyle geceler plan suya düşüyor.


16.02.2011
Sabah Pablo Neruda’nın evi bulunan İsla Negra’ya gidiyorum. İsla İspanyolca ada demek ama o şehir ada falan değil. Neruda penceresinden bakarken siyah kayalara vuran denize siyah ada adını verince şehir de adını değiştiriyor. Müze olan ev ziyaretçi kaynıyor. Sırayla tura alıyorlar bereket İngilize tura pek rağbet yok. Benim sıram yarım saat sonra geliyor. Benden başka 2 de Meksikalı var. Büyük gezi teknelerinde çalışıyorlarmış,İngilizcer bildikleri için İspanyolca turu beklemek istememişler.

NERUDANIN EVİNDEN
Neruda’nın evi okyanus kıyısında bir tepenin üzerinde. Dalgaların kıyıya vurduğu inanılmaz güzel manzaralı bir ev. Evin büyük bir kısmını köylülerle birlikte kendisi yapmış. Mesela yerlere ayak masajı olsun diye deniz kabukları koymuş. Bir bölümün yerini ağaç parçalarıyla döşemiş.
ŞİŞE KOLLEKSİYONU

Denizi çok sevdiği halde yüzme bilmiyormuş. Ev eski gemilerden çıkan örneğin gemilerin önündeki ahşap kadın figürleri, ya da dümen gibi çeşitli aksesuarlarla dolu. Ahşaba çok meraklı olduğu için çeşit çeşit masklar, blok ağaçtan heykeller dolu. Ayrıca şişeler, kadehler,eniz kabukları ve daha birçok şeyi toplamış. Yatak odasının altında barı var. Oraya ölen arkadaşlarının isimlerini yazmış ki ona ruhlarıyla destek olsunlar diye. Orada Nazım’ın da adı varmış. Ama hem bara giremediğimiz için, hem de fotoğraf çekmek nedense yasak olduğu için yazıyı göremedim. Ayrıca Nazım en iyi dostlerından biriymiş ve ona beyaz, işli bir gömlek hediye etmiş. Maalesef o da temizleyicide olduğu için göremedim. Neruda bütün şiirlerini aşka ve hayata ait olduğunu düşündüğü yeşil kalemle yazarmış.
NERUDA VE MATİLDA NIN MEZARI
Oradan Valparaiso’ya geçiyorum. Midem kötü. Parkta yol sorduğum kadınlar aman çantana dikkat et diyorlar. Yorgunum. Moralim de bozuluyor. İlk hostele kendimi atıyorum. Çiğdem’cim sen aklıma geliyorsun ve vücudumun sesini dinliyorum. Bana diyor ki yat , uyu, dinlen. Bir şeyler yemem lazım diyorum, gidip ıvır kıvır bir şeyler alıyorum ve doğru yatağa. Güzel bir uyku çektikten sonra biraz kendime geliyorum. Bir şeyler atıştırıyorum. Zira dört gündür boğazımdan pek bir şey geçmedi. Yine vur kafayı uyu kadın diyorum.
VALPARAİSO DAN EVLER


17.02.2011
Bu sabah kendimi iyi hissediyorum ve şehri dolaşmaya çıkıyorum. Okyanus kenarında yamaçlarda kurulmuş eski bir şehir. Çok güzel binalar var. Şehrin çeşitli yerlerinde asansörler var. Vızır vızır otobüsler, eski traleybüsler çalışıyor. Duvarlarda çok güzel grafitiler yapılmış. Burada da Neruda’nın bir müze evi var . Daracık ,yokuş yollardan tepelerden dolaşarak, balık pazarına gidiyorum. İnanılmaz çok kabuklu hayvan var. Ayrıca balıkçılar, atılan balık artıklarını yemeğe gelen martılar, deniz aslanları dolu etraf.

DUVAR RESİMLRİ DOLU BİR ŞEHİR
Kemiklerimi ısıtıp, okyanusa atayım diyorum kendimi ama kolay mı ;okyanus beni hemen ger atıyor. Kocaman dalgalar çok kuvvetli alıp seni çaat kıyıya atıyor. Çocuklar dalgalarda zıplıyıp hopluyorlar. Bir iki deniyorum olmuyor. Adamın biri sen git şu sakin yerde yüz deyince kös kös gidip oradan denize giriyorum.
Denizden sonra doğru bir balık lokantasına. Her şey İspanyolca. İyi ben biraz söktüm ama bütün o balık isimlerinden anlayacak kadar değil herhalde. Biraz şaklabanlık yapıp masaların arasında dolaşıyorum ve gözüme kestirdiğim bir yemeği işaret ediyorum garsona. Biraz sonra balıkçının tezgahında gördüğüm her türlü böceğin içinde bulunduğu kocaman bir tas önüme geliyor. Şimdiye kadar burada ısmarladığım hiçbir yemeği bitiremedim. Bu benim için inanılmaz birşey ama artık alıştım. Yemeğin adı Paille. İspanyolların pilavla yaptıklarını bunlar pirinçsiz sulu bir yemek yapmışlar. Bir de kırmız şarap istiyorum. Bu artık iyileştiğimi gösteriyor.
BALIK PAZARI


Akşam yine Santiago’ya dönüyorum. Oscar bu gece bir program yapmadıysa yazdıklarımı bloguma yükleyeceğim.
İMLA YANLIŞLARI İÇİN ÖZÜR DİLERİM. HERŞEY ÇOK HIZLI YAPILMALI. TEKRAR GÖZDEN GEÇİRMEK PEK MÜMKÜN OLMUYOR

YİNE YOLLARDAYIM VE BARİLOCHE

Gemi iptal olunca El Calafate’ye dönüp ve de iki gün bekleyip dün akşamüstü otobüse bindim. 30 saatlik bir yol daha. And dağlarının eteğinden geçen ve kuzeye giden meşhur bir rota40 var. Gemiyi yapamadım bari onu yapayım diyorum. Ama ortaya çıkıyor ki benim aldığım bilet o değil. Önce otobüs güneye Rio Gallegos’a gidiyor oradan kuzeye Bariloche’ye çıkıyor. Ben bunu bilsem doğrudan Rio Gallegos’a gelir El Calafate’de oyalanmazdım. Bunlar hep bana ders. Planım aksadı mı hemen panikliyorum. Etraflıca sorup araştırmadan cumburlop bir şeyler yapıyorum ve sonra anlıyorum ki çok yanlış yapmışım. Umarım bu gezi bana bunu öğretir ve hayatı paniklemeden daha sakin yaşamasını beceririm.
GÜN DOĞUMU
Bereket bu yolculuklar çok rahat otobüslerle yapılıyor. Kitabını oku,yol programını yap, sakin sakin düşün;hepsi için bol bol vakit var. Yani tam bana göre
Akşam gün batarkan yeni ay da batıyordu ve kocaman bir yeni aydı. Acaba buralar aya daha yakın olabilir mi? Çünkü bir ay meraklısı olarak ben o kadar kocaman yeni ay hiç görmedim. Gece de tepeme yıldızlar yağdı. Bir de denizin üzerinden müthiş bir gün doğumu. Burası genelde dümdüz olduğu için havada bulut da varsa gün doğumu ve batımları muhteşem oluyor.

Arjantin çok büyük bir ülke. 2.8 milyon metre kara toprağa karşılık 40 milyon kişi yaşıyor. Onun için yolda gidiyor gidiyor ve hiçbir hayat izi görmüyorsun. Moğolistan ‘da bile zaman zaman göcebe çadırları görmek mümkünken burada alabildiğine bir boşluk var. Yolda Eduaroda Galeano’nun Latin Amerika’nın Kesik Damarlarını okumaya başladım. Keyifli bir kitap. Koca kıtanın nasıl sömürülüp askeri darbeler ülkesi haline geldiğini o kadar güzel anlatmış ki.
09 02 2011
Gece otobüs çok geç Bariloche’ye varıyor. Yanımda oturan Hollandalı bir kız öbür tarafımda Romanyalı bir tur rehberi var. Hollandalı kız otobüse yarı yoldan bindi ve bütün çanaşırlarını donu dahil otobüsün her yanına kurusun diye astı. Otobüsten inince biraz da zorunlu olarak beraber kalacak bir yer aradık. Bu kadın Hollada’da öğretmenmiş. Evini satıp bir yıllık bir geziye çıkmış. Bu gezide 60 küsür ülke gezicekmiş. Bunlara Antartika ve Galapagos adaları gibi inanılmaz fiyatlara mal olan geziler de var. Gel gör kadın bir dilenci. Her an yalvar yakar halinde. Bir hostele gidiyoruz akşam yemekleri bedava ama zamanı geçmiş. Kadın yalvarıyor ne olur diye. Yahu atıştır bir şey ve yat değil mi? Nitekim yanında yağ ,peynir ne istersen var . Odada çıkarıp yiyor ve ben otobüs ve taksi paralarını verdiğim halde sen de ister misin demiyor. Bir de çantaları var inanılmaz. 3 tane torba küçük sırt çantası falan. Ve de bir büyük bavul ve kocaman bir sırt çantası. Tamam anladık hem kışlık hem yazlık taşıyoruz ama ne bu anlaşılmaz.
Gece geç vakit zar zor bir hostel bulup yerleşiyoruz.
BU DÖKÜNTÜ ARABA OTOBÜSE MEYDAN OKUDU:)
10.02.2011
Benim daha önce irtibat kurduğum bir çocuk var. Sabah bakıyorum ondan bir mesaj var. Gel kal bende diye. Bu kız bu hostel çok pahalı bende seninle geleyim diye tutturuyor. Ben bir gidip bakıyım diyorum. Nitekim ufacık bir ev. Oda dolaplarla ayrılmış. Yandaki yatakta ben yatacağım. Ayrıca ev karanlık. Ama çocuk kibarlık yapıp beni davet etmiş. En azından bir gece kalırım diyorum. Dönüp kıza söylüyorum ev çok küçük ve ayrıca bu çocuk ona gelemezsin demiş. Yalvar yakar benden adresini alıyor . eğer beni görürse kabul eder belki bu hostel çok pahalı diyor. Ve beni sinir ediyor.
BARİLOCHE MEYDANI
Kendimi Bariloche sokaklarına atıyorum. Önce turizm information merkzine uğruyorum. Tam dört kişi çalışıyor. Kuyruk var. Sıra bana gelince oradaki kız her türlü bilgiyi bana veriyor. Çok organize olmuşlar.
Burada kışın da kayak yapıldığı için tam bir turizm merkezi. Gidip bir bisiklet kiralıyorum. Aslında hala yol yorgunluğunu üzerimden atmış değilim. Ama olsun. Aylar sonra bisiklete bineceğim. Parmağımdan çok korkuyordum ama bugün beni çok güzel idare etti. Bariloche bir göl kenarında yamaca kurulu çok şirin bir şehir.Evler bahçe içinde ve çok güzel. Bu mevsim Arjantin’in her yerinden buraya turist akıyor. Tabi yabancılar da var. Onun için her tarafta şık oteller var. Özellikler göl boyunca her yer otel dolu.
BİSİKLETİM VE BEN
Bisiklete atlayıp önce garaja gidip Pucon için biletimi alıyorum. Oradan ver elini Bariloche yolları. Göl kenarından pedal basıyorum. Çok keyifli ama çok sıcak bir gün. Herkes göle giriyor. Ben de gireceğim.çok güzel görünüyor.

Şehrin ortasında taştan yapılmış, her tarafı vitray pencereler kaplı bir katedral var. İspanyollar 16. yy da gelince hemen bu binayı dikmişler. Yerlilerin canına okuyup biz buradayız diye göstermek için herhalde. Bugün kızılderili bir kadın gördüm. Hiç karşımadan bu zamana kadar gelebilmiş demek ki dedim ,tabi içimden)
Burada hemen her yerde çeşitli teleferikler var. Bu gün ikisine biniyorum. Biri Cerro Otto. Tepesinde Arjantin’deki tek döner lokanta var. Diğeri daha küçük ve açık bir teleferik. Tepede bir kafe var. Velhasıl gün çok güzel geçiyor.

TEPELERDEN BİR GÖRÜNTÜ
Teleferikler ,bisiklet,abur cubur. Akşam biraz da mutsuz kalacağım eve geliyorum. Oğlanla tanışıyoruz. Gonzala. Çok şeker bir tip çıkıyor. Üstüne üstlük evin çok güzel bir bahçesi var . Bahçede şarabımı içip peynir ve salamdan oluşan yemeğimi yiyip keyif yapıyorum. Muhtemelen kalan iki geceyi de burada geçireceğim. Gonzalo bana İspanyolcam konusunda çok yardımcı olacak gibi görünüyor. Ben şimdi bunları yazarken o koşmaya gitti. Yarın gece de beraber yemek yemek üzere anlaştık. Bu küçücük eve bir de İsveçli kız geliyormuş. Hadi hayırlısı.Misafir misafiri sevmezmiş.
ZİYAFET YEMEĞİM
10.02.2011
Sabah yine yollara düşüyorum. Dağlara dağlara. Yine bir teleferik bulup tepelere çıkıyorum. Oradan ormana yürüyüşe.hava çok sıcak olduğu için çok yoruluyorum. Herkes göle giriyor. Çok soğuk diyorlar ama yarın ben de girmeye niyetliyim.


Akşam Gonzala beni yemeğe davet ediyor. Kıymalı makarna yiyoruz. Öğlen ben göl kenarında şnitsel ile şaraptan oluşan güzel bir yemek yemiştim. Burada porsiyonlar inanılmaz büyük.
İsveçli kız geldi. Üç aydır güney Amerika’daymış. Su gibi İspanyolca konuşuyor. Ben de üç ayın sonunda konuşabilecek miyim acaba? Buenos Aires den İspanyolca konuşmaya başlasaydım çok iyi olacakmış. İki gece biraz kalabalık olacak burası ama Gonzalo gitmen gerekmiyor dedi. Ben de yarın onlara yemek yapacağım. İsveçli kız boncuktan bilezik yapıp satıyor ve yolculuk parasını çıkarıyormuş.
Bariloche devam
11.02.2011
İsviçreli kız çok şeker çıkıyor. Adı Anina. Çevre mühendisiymiş,iş bulamayınca 7 aylığına Latin Amerika turuna çıkmış. Bununda cebinde parası yok. Şili’de çiftliklerde çalışmış. Bir de bilezik yapıp gece tezgah açıp satıyor. Ben de ayrılırken ondan birbilezik aldım çok mutlu oldu. Garibanlar yardım komitesi oldum çıktım buralarda.
Yemek yapmak için markete gidiyorum ama doğru dürüst hiç sebze yok. Lahana bulunca kıymalı kapuska ile dometesli pilav yapıyorum. Anina da salatayı yapınca öğlen ziyafetimiz hazır. Koca bir tencere kapuska bitince yemeği beğendiklerine karar veriyorum.
GONZALO VE HAREMİ

Öğleden sonra Anina ile göle girmeye gidiyoruz. Dün çok sıcak olan hava bugün kapamaz mı? Bir de fırtına ve yağmur geliyor. Anina yağmur öncesi yüzüyor ama ben ayağımı göle sonunca vaz geçiyorum,zira gerçekten su çok soğuk.
Akşam daha önce CS’den yazıştığım ve evinde kalacağım ama erken geldiğim için kalamadığım üniversite hocası Valatina ile buluşuyor. O geçen sene CSle Kuzey Avrupa’yı dolaşmış. O sırada Bariloche’de olan Cordobalı bir kızı da davet etmiş buluşmaya. Yemeğe gidiyoruz. Kadın davet etti ama herkes kendi kesesinden yesin içsin davetiymiş meğerse. Aralarında İspanyolca konuşuyorlar . Ana fikri anlıyorum ama detaylar konusunda zorlanıyorum. Neyse ki zaman zaman İngilizceye dönüyorlar. Cordoba’lı kız her konuda bir gamlı baykuş. Şili’ye gidiyorsun dikkat et orada çok deprem oluyor diyor. Yani ne yapmam lazım diyorum edepsizliğine. Salak mı ne ?
Gonzalo’nun evinin yanında, evinin 3 katı bir ofisi var. Web sitesi dizayn ediyor. İlk geldiğim gün bana karşıdaki çok güzel bir evi gösterip burada çalışıyorum demişti. Ben de orada bahçıvanlık falan yapıyor sandım. Gariban oğlan bak evini misafirlere açıyor bari akşam ona da yiyecek alayım diyorum ama o gece Gonzalo arkadaşlarıyla yemeğe çıkıyor ve dönmezsem merak etme diyor. Ama herhalde kız buna yüz vermiyor ki sabah kalktığımda evde buluyorum.

GECE BRARİLOCHE
Bu akşam da döndüğümde ofisinde bir arkadaşıyla şarap içerken buluyorum. Anina’ya da ofisinde yatma teklifi yaptı ilk geldiğinde. Tarihleri karıştırdığı için ikimizi de eve kabul etmiş. Ama Anina yere uyku tulumunu serip yatmayı tercih etti. Gonzalo’nun arkadaşı 15 günlüğüne Meksika’ya gidiyor. Biraz sohbet ediyoruz.
12.02.2011
Sabah erkenden Gonzalo bizi arabasıyla garaja bırakıyor. Ona pc deki bütün Türkçe şarkıları yüklüyorum. Çok mutlu oluyor.
Otobüslerde devamlı film gösteriyorlar. Uyduruk eski filmler ama İspanyolca alt yazılı olduğundan bana bayağı faydası olur diye izliyorum. Ama yol bugün o kadar güzel ki film falan izlenmez.
And dağlarını geçiyor Şili’ye gidiyorum. Yol dağların, ormanların,göllerin arasından geçiyor. Yol üzerinde ahşap evlerden oluşan küçük kasabalardan geçiyoruz. Hafif yağmur var .


Şili sınırından bu 3. girişim. Çok komik uygulamaları var. Bütün çantalar otobüsten iniyor. Eskiden bavulları açtırıyorlarmış artık modernleşmişler çantalar cihazdan geçiyor,meyva süt ürünleri var mı onu kontrol ediyorlar. Bu sefer bir de köpek geldi koklayarak çantaları kontrol etmeye. Sonra da çantaları otobüse yükleyen adam bahşiş diye dolandı.
Şili tarafı ile Arjantin tarafı bu kadar farklı olabilir. Arjantin’in lüks, zarif evlerinin yerine Şili de yine teneke, baraka evler ortaya çıktı.
Evler niye tek kat ve teneke ya da ahşap yapılmış sonradan keşfediyorum. Şili’de pek çok yanArdağ var ve çok sık deprem oluyor. Hatta 6-7 rihter oluncaya kadar deprem bile demiyorlar, sarsıntı gibi deyimlerle geçiştiriyorlar.
Osorno diye bir yerde otobüs değiştiriyorum.2 saat vaktim olduğu için şehri dolanıyorum azıcık. Her ne kadar çok lüks dükkanlar olmasına rağmen görüntü yoksul bir izlenim bırakıyor. Gözüme kıyıda kalmış bir lokanta kestiriyorum.Yahu ben bu lokanta bulma işini çok güzel beceriyorum. Bir yemek geliyor içinde ne ararsan var. Mısır ama koçanıyla, bal kabağı kabuğuyla, pirinç ve bir yığın sebze ve tabi koca iki parça et. İnanılmaz lezzetli.

BU BLOK ÇOK DEDİKODU VE YEMEK OLDU AMA BİLGİ İSTEYEN İNTERNETE GİRİP BAKSIN:))
Akşam Pucon’da olacağım. 12 saatlik bir yolculuk daha yapıyorum ama lafı mı olur 33,55 saatliklerden sonra.:)
Yer ayırtığım hostel çok şirin küçük bir yer. Tertemiz. Aynı zamanda turlar da düzenliyor. O gece Anna –alman- ve Frank –ingiliz – bir bara gdiyoruz. Orada birde AFS’li şirin bir Şiliyle beraber laflıyoruz.ben çok yorgunum. Anna da Frank hafiften ona asıldığı ve sarhoş olduğu için benimle dönüyor. Ama bir gece gecelere akacağım. Bakalım ne zaman.

Pazar, Şubat 06, 2011

PUERTO NATALES- ŞİLİ

03.02.2011
Puerto Natales
El Calafete’den Puerto Natales’e gitmek için Şili sınırını geçiyorsunuz. Bütün çantalar abuk bir şekilde aranıyor. Meyva ,süt ürünleri falan varsa el koyuyorlar.
KALDIĞIM EVİN DIŞ GÖRÜNÜŞÜ
YEMEK FASLI

Couchsurfing de bulduğum bir ailenin evine gidiyorum ama gün aksiliklerle başlıyor. Önce bavulumun tekerlekleri kırılıyor. Eee bu kadar yola itiraz ediyorlar tabi. Sonra küçük not defterim var, onu kaybediyorum. Esas felaket aylarca hayalini kurduğum Şili fiyordları ve buzulları arasında yapacağım gemi seyahatinin iptal olması. İnanılmaz bir şey olmuş ve şapşal kaptan gemiyi bir yerde karaya çarpmış. Bu tarih de gelmiş tam benim gideceğim tarihe denk düşürmüş. Her ne kadar şirket bunu sigorta için yaptı diyorlarsa da, şanş bana denk gelmiş. Halbuki ben bu gemide içmek için biraz metaksa bile getirmiştim yanımda.
HAİN GEMİ ÇARPACAK ZAMANI BULMUŞ

Tahmin edeceğiniz gibi moralim inanılmaz bozuldu. İyi gemi yok bari gideceğim yere otobüsle gideyim diyorum, bir hafta bütün otobüsler dolu. Yuuuf olsun.. iyi peki uçak.. Orada da yer yok. Gel de canın sıkılmasın. Bütün bu gelişmeleri de tesadüfen öğreniyorum. Gemi şirketi lütfedip bildirmiyor. Sabah 4 de gemiye binilecek dendiği için hani geceden binebilir miyim diye sormaya gidince öğreniyorum.
TENEKE EVLER

Öğleden sonra bir acentede dağcılık nasıl yapılır, bu gideceğimiz dağ nasıldır diye bir konferansa gidiyorum. Benim derdim birlikte gidebileceğim birini bulabilir miyim? Ama kimse yüz vermiyor.Onun üzerine bir turizm şirketinden otobüs biletimi ve bir gece kalmalık refugeu denilen, 5 yıldızlı otel fiyatında olan ama 6 kişinin kalacağı bir odada yer ayırtıyorum. Buraya kadar gelmişken Torres del Paine’yi görmeden gitmek olmaz.
Yanında kalacağım aileye gelince onlar da başka alem. Şeker tipler ama ev rezalet pis. Evi pansiyon gibi kullanıyorlar, bu arada da couchserving i de kullanıyorlar. Onlarda kalmayan yok. Türklerden bile benden önce 4 kişi kalmış. Hemen anlatıyorlar; bir gün sen kendi yemeklerinden yapacaksın, elektrik, su internet için kumbaraya para atacaksın. Tek avantajı İspanyolca konuşuyorlar, bana epey bir eksersiz oluyor. Akşam yemek için onlarla markete gidip aldıklarının parasını veriyorum. Gece 11 de tavuk ve pilavdan oluşan yemeği yiyoruz. Akşamüzeri Meksikalı bir çocuk da bize katılıyor. Otostopla gelmiş buralara kadar. Her şeye rağmen İspanyolca konuştuğum için mutluyum.
04.02.2011

Ertesi gün , meşhur Torres del Paine için yola çıkacağım sabahın köründe, bu sefer de yağmur var. Yahu ne oluyor diyorum tabi kendi kendime. Bereket iki saatlik yolda yağmur azalıyor,hava açar gibi oluyor.
BAŞI BULUTLU DAĞLAR
Puerto Natales’i de meşhur eden Milli park ve Torres del Paine- yani paine’nenin tepeleri. Bu dağlar And dağlarının bir bölümü değil ama iki büyük dağ silsilesi ve etrafında göller ,buzullar ve daha küçük dağlar var. Üzerinde çeşitli rotalar oluşturmuşlar. En meşhuru W rotası 5 ile 9 gün de tamamlayabiliyorsun. Rotaların arasında kamp yerleri ve refigue denilen otelimsi yerler var.


Otobüsün bizi bıraktığı yerde katamarana binip karşıya geçiyoruz. Tepeleri karlı ve bulutlu dağların arasından. Kalacağım yer gerçekten çok hoş. Oda dağlara ve göle bakıyor. Dağlara bakan bir de barı var.

Eşyalarımı bırakıp kendimi dağlara vuruyorum. Dağların, göllerin, ağaçların arasından bu sefer 5 saat yürüyorum. Ben biraz daha buralarda dolanırsam Evereste çıkmaktan kimse beni alıkoyamaz.

Otele dönüp bir duş alıp doğru bara. Happy hour ayağına bir içki fiyatına iki içki veriyorlar. Tabi burası çok lüks bir yer ve her şey çok pahalı. Ama barın manzarası muhteşem. Dışarıdaki gariban kampçılara acıyarak cinimi yudumluyorum, manzaranın keyfini çıkarıyorum.Yanımda Amerikalı bir genç kız,karşımda Şilili bir aile . Hep beraber İngilizce,İspanyolca sohbet başlıyor. Şililer 10 gün W rotasını yapmışlar. Orta yaşlı gazeteci bir kadın,oğlu, oğlunun nişanlısı ve nişanlının ağabeyi. Amerikalı kız da iddialı onların 10 günde yaptığını 5 günde yapacak. Kolay gelsin yavru kuş sana diyorum.
BARIN MANZARASI
BİR DE GÖKKUŞAĞI ÇIKMAZ MI?

05.02.2011
Sabah ilk vapurla geri dönüyorum ve tekrar geldiğim yere El Calafate’ye bilet alıyorum. Otobüse benden sonra 40 yaşlarında yakışıklıca bir adam binince benim yanıma oturursa şansım dönmüş demektir diyorum içimden. Hooop yanımda vallahi. Yani sanmayın ki adam peşindeyim . Otobüste 25 yaşın üzerinde kimse yok. Adam Fransa da diş teknisyeniymiş. Kız Nursen sen de türkiyede diş hekimi olacağına niye gidip Fransa da diş teknisyeni olmuyorsun?. Adamla sohbet sırasında Fransanın ekonomik durumunu anlatırken kendi durumunu da anlatıyor. Paraya para demiyor. Ama ağlaşıyor. Sırf 5 gün kamp için 1500 dolara yakın para harcamış. Gel biz sana bedava dağ yürüyüşü yaptıralım diyorum. Adamın çok orijinal bir yelkenlisi var, Paris’te dairesi var; yok vallahi mal mülk peşinde değilim hem bekar, hem dağcı, hem de güzel gözleri var. Ama bir sakıncası var Fransız. Bütün bunları o anlattı. Sen git adama sor, geçen gün otobüste bir kadınla 5 saat konuşmuşsun, kimmiş de üç cümle ancak kurar. Onları da o sormamıştır ben gevezeliğimden anlatmışımdır. Bunlar kendilerini çok beğendikleri için hep kendilerini anlatırlar. Karşısındaki kimdir ilgilenmez. Zaten otobüsten inince benimle selamı sabahı kesiyor. Anlıyor zira ben gariban bir emekli mühendisim.
EL CLAFATE NİN ÇİCEĞİ DE LAVANTA

06.02.2011
Sabahın köründe otobüs terminaline gidip kuzeye Bariloche’ye bilet arıyorum. Bugüne yok. Yarın öğleden sonraya bilet var. İşte bu yüzden ben de bu kadar detaylı şeyleri yazabiliyorum. Bu arada kirlenen çamaşırlarımı yıkatıyorum. Aylak aylak hostelde oyalanıyorum. Zira El Calafete ‘yi zaten gezip bitirmiştim. Öğlen güzel bir yemek yiyorum. Akşama da şarap peynir ,salam alıp keyif yapmayı planlıyorum. Otobüsüm yarın öğlenden sonra. Burada meşhur bir rota 40 var. Yani 30 saatlik And dağlarının kenarından geçen bir yol.30 saatte bir şey mi? Ben bugüne bugün 55 saat otobüsle yol gitmiş kadınım. Bana vız gelir tırıs gider. Moralimi düzeltmek için gördüğünüz gibi işi gırgıra vurdum artık.

Çarşamba, Şubat 02, 2011

EL CALAFETE VE EL CHANTEL

El Calafete
Havaalanından servis hostelin önüne kadar bırakıyor beni. Şehir merkezine biraz uzak ama temiz güzel bir hostel. .mARCOPOLOİNN Eşyalarımı odama bırakıp sokaklara atıyorum kendimi. Çöl gibi kurak bir bölgeye kurulmuş tam bir turist şehri. Her taraf turizm bürosu,otel, lokanta ve hediyelik eşya dükkanı dolu. Perito Morino buzulu gerçekten bir doğa harikası olduğu için buraya dünyanın her yerinden turistler akın ediyor. Buzulla ilgili çeşitli turlar düzenliyorlar. Şehir hızla büyüyor herhalde ki bizim hostelin olduğu bölgeye daha asfalt bile yapılmamış,yollar toprak.
HOSTELDEN BİR GÖRÜNTÜ

Sokaklarda dolanıp daha yakında bir hostel bulup taşınır mıyım diye araştırıyorum. Bu hostel konusu önemli. Arjantin’de ilk defa İguaza şelalelerinde hostelde kaldım. İnternetten 3 gecelik yer ayırtmıştım.gider gitmez de parasını verdim. Sonra hosteli beğenmedim. Oradaki son günümde biraz keyif yapacağım için bahçesi falan olan bir yere geçeyim dedim. Gittiğim yerler hep 4-6 kişilik erkek kadın karışık odalar var deyince benim aklım bu işi pek almadı. Nasıl yani tanımadığım adamlarla aynı odada mı kalacağım. Ama Ushuaia’daki ilk geceden sonra ar damarım çatladı.:) biraz geçte olsa anladım ki burada işler böyle yürüyor. Artık ille de kdın yatakhanesi aramıyorum. Ama 4 kişilik oda iyi oluyor. Hele burada yalnızca Tayvan’lı bir kız vardı. Ve sabahın köründe çıkıp gecenin geç saatinde geliyordu.
Neyse diğer hostel benimkinden iyi değil. Uzaklığına razı oluyorum.
30.01.2011
Bugün meşhur buzulu görmeye gittim. Gece geç geleceğim için öğlen kendime bir ziyafet çekeyim bari dedim. Et ve sebzelerden oluşan,bal kabağı dahil çorbamsı bir yemek , şarap- menüde ya şarap ya su vardı- ve şeftali tatlısı yedim.

YUMMY
Yol 1.5 saat kadar sürüyor. Parkta bir gemi turu var. Tabi turist olarak hemen ona bindim. Çok bir özelliği yok. Buzulun yakınına götürüyor. Ama gemi çok kalabalık olduğu için doğru dürüst fotograf çekip izleyemiyorsun. Sonra otobüs gelip seni alıyor ve son durağa götürüyor. Burada yürüyüş yolları yapmışlar. Buzulun dibine kadar yaklaşıyorsun. Burası dünyanın tek büyüyen buzulu –günde 2 metreye kadar büyüdüğü oluyor.. İki dağın arasından kocaman bir buzul geliyor. Ushuaia’daki buzul halt etmiş. İki dağın iki tarafındada iki göl var. Bu iki göl arasında su akımı olduğu için buzulu alttan alta yiyor ve 3-4 senede bir buzul büyük bir kopuşla,,gürültüyle göle düşüyor. Zaten devamlı parçalar göle düşüyor. Düşen parçanın büyüklüğüne göre silah patlaması ,gök gürültüsü ve bomba patlamasına varan sesler çıkıyor. Etrafta kuşlar ötüşüyor. İnanılmaz bir manzara. Keyifle etrafta dolanıp tabiatı dinliyorum.
PERİTO MORENO BUZULU

Arjantin’liler ellerinde mate termosları ve bardaklarıyla kenarlara oturmuş matelerini içiyorlar. Mate içen biri olduğunu görürsen anla ki o Arjantinli ya da Uruguaylı. Ama bazen yanılabiliyorsun. Ushuaia’daki oda arkadaşım güney Koreli Lily’nin mate bardağını görünce onu da Arjantinli sanmıştım.


Yolda tavşanlar önümüzden geçiyor ve de yolda hayvan ölüleri var. Bizde yolda insan ölüleri olur ya.

Gece iki İsveçli kadınla sohbet ediyoruz. Biri öğretmen öbürü bankada güvenlik görevlisi. Lesbiyen bir çift. Bu olanaklarla 6 ay güney amerikayı geziyorlar. Ne hoş değil mi?
31.01.2011
Dün gece kaplamam düştüğü için bugün EL Calafate’de sabahtan hastaneye gidiyorum. Dişçi o gün yokmuş aralarında konuşuyorlar biri var ama uzakta diye. Sonunda bana biraz bekle diyorlar. On dakika sonra yakışıklı bir dişci geliyor 45-50 yaşlarında. İngilizce bilmiyor. İşin garibi ilk defa Türkiye’yi bilmeyen birine denk geliyorum. Bilmeseler bile belki kibarlıktan aaa Türkiye deyip ilgi gösteriyorlardı. Bu adam bunu göstermiyor diye biraz sinirleniyorum. Aç haritayı biraz sağına soluna bak be adam değil mi? Koca Türkiye.
Adam dişimi yapıştırıyor ve implant yaptırman gerek deyip bana Buenos Aires deki bir doktoru öneriyor. Türkiye’yi bilmeyen adamdan ne hayır gelir yapıştırdığı diş akşama düşüyor. Bereket kenarda bir kaplama. Çok gülmezsem idare edecek ama benim gülmemem mümkün mü?
Öğlen otobüsle EL Chalten’e geliyorum. Yanımda bir İrlandalı çocuk. Biraz laflıyoruz. Moral bozuyor bu gençlik. Herkes 9-12 ay geziyor. En az gezen 6 ay. Bir de bana 3 ay için çok diyenler dinlesin.
EL CHALTEN

El Chalen gerçekten ilginç bir kasaba desek mi acaba zira burası yalnız 6 ay açık. Dünyanın her yerinden buraya treking için geliyorlar. İlginç bir doğası var. Arkada And dağları . Önde daha küçük dağlar.Hani çocukken resim çizerdik.sivri sivri dağlar.İşte öyle. Aralarında buzullar var ve buzulların önünde göller Bir yığın nehir, göl ve buzul var. Bir yığın da yürüme parkuru ve kamp yerleri.Burası da turistler için ama daha çok kampçılar için olduğundan çok sosyetik değil daha sade. Binalar bahçeler içinde ,şirin küçük mekanlar..İnsanı ya da beni rahatsız etmiyor. Şehir ya da kasaba diyelim girişinde otobüsten indiriliyoruz. Ve burasının bir doğal park olduğu, etrafı kirletmemiz, ateş yakmamız gerektiği vb konularında uyarılıyoruz. Uymazsak ceza alacağımız anlatılıyor kibar bir şekilde. Elimize bir harita veriyorlar. Gezilecek yerleri gösteriyor. Zaten her yerde levhalar var. Kaç saate gidersin,nasıl gidersin. Patikalar çok düzgün. Zor olan yerlere tutunma yeri bile yapmışlar. Ona rağmen pek çok kişi rehber tutuyor. Yolda rastladığın herkes birbirine ‘hola’ diyor. Yalnız bazı salak Fransızlar ‘bonjur’ bazı Amerikalılarda ‘Hi’ diyor. Bende onlara bir daha rastladığımda ‘merhaba’ diyeceğim. Burada milliyetçi duygularım mı ortaya çıkıyor ne?


Oradan hostele gidiyoruz. Benim hostel kasabanın en sonunda. Yine bir kazık var ama neyse bereket hoş bir yer. Zaten kasabanın bir ucundan öbürüne en fazla 20 dakikada gidebilirsin. Tabi rüzgar varsa bu vakit uzayabilir zira burada devamlı rüzgar var ve inanılmaz güçlü esiyor.
Eşyalarımı bırakıp dağlara uzanıyorum. Bir tepede hem ovayı hem karlı And dağlarını izleyip dağlarına kar yağmış memleketimin diye bir türkü tutturuyorum. 2.5 saatlik bir trekingden sonra yorgun argın otele geliyorum. O ne odamda 2 yakışıklı adam var..Çocuklar horluyorum ha haberiniz olsun diyorum. Üzerimdeki ranzada yatan İsviçreli çocuk böyle sallasam olur mu diyor. Abi bular da alışmamışlar galiba horlamaya. Ne iştir bu. Akşam yanımda iki orta yaşlı- çok şükür--- adamla yemek yiyorum. Onlarda İsviçreli ama köylüsü herhalde İngilizce bilmiyorlar. İtalyanca İspanyolca el kol hareketi idare ediyoruz. Sana kahve ısmarlıyalım diyorlar. İçmem uykum kaçar deyince baileys ısmarlıyorlar. Bu arada yan masada iki alman tavla oynuyor. Ben laf atıyorum iddialı olana ‘beni yenersen sana bira ısmarlarım’ diye. Ortalık karışıyor tabi. Meğer yemeğe gideceklermiş. Ama erkek milleti değil mi? İddia deyince gel bir oyun oynayalım diyor .Bir oyunla bira olmaz diyorum. Tamam peki gel oynayalım diyor. Yahu çiğdem ve Meriç ben bu oyunu sizden öğrendim mi ne? Adamı 6 kapıya alıyor muyum?. Yeniliyor tabi.arkadaşları çok mutlu anlaşılan iddiacı bir adam. Yarın sabah tekrar oynayalım diyor ama kusura bakma alman kardeş ben yürüyüşe gideceğim diyorum. Onlar da dönüyorlarmış. Muhtemelen arkadaşları bununla epey dalga geçecekler.



1.02.2011
Göz açıp kapayıncaya kadar Şubat’ı getirdim bile. Sabah dokuz gibi kahvaltıya gidiyorum ortalıkta kimse yok. Sabahın köründe yollara düşmüşler. Bende geri kalır mıyım. Vuruyorum kendimi dağlara. 3 saat gidip 3 saat geri döneceğim. Yani 6 saat diyor elimize verdikleri harita. Ama benim kondisyonum var ben bunu 4 ya da 5 saatte bitiririm diyorum. Nerde 7 saatte zor bitiriyorum. Ama keyfini çıkara çıkara yürüyorum. Kuş sesleri, rüzgarın uğultusu,nehrin hışırtısını dinleyerek zaman zaman oturup etrafı seyrederek keyifle yürüyorum. Hava ve manzara her an değişiyor. Hava bir açıyor bir kapıyor.yağmur yayıyor,duruyor. Manzara derseniz ondan değişken. Bozkırda yürürken ormanın içine dalıyorsunuz,sonra bodur ağaçlar,tekrar gorgit ormanları gibi ormanlar. Sonra birden karşınıza karlı ve bulutlu And dağlarının tepeleri çıkıyor. Neresi bulut neresi kar anlamakta zorlanıyorsunuz.


Yolun sonunda bir kamp yeri var. Hiçbir olanağı yok. Kamp yeri olmasının tek sebebi dere kenarı, ağaçlık ve düzlük. Kamp kurdun bir şey eksik ya da bitti hadi bakalım 6 saat yürü kasabaya. Kampın biraz ilerisi buzul ve önünde göl. Etrafı karlı tepeli dağlar. Tepeye çıkıp sırtımı bir taşa dayıyorum. Hafiften bir yağmur var. Pançoma sarılmışım. Dünya umurumda değil. Yalnız hava soğuk olduğu için parmağım sızılıyor biraz.

GÖL VE BUZULUN ÖNÜNDE BENDENİZ
Ağaçlar bir garip hal almışlar rüzgardan. Fotoğraflara bakınız. Dönerken güneş çıkıyor. Biraz daha kalsaydım dağları sis altında değil de güneş altında görseydim diye hayıflanıyorum ama geri dönecek mecalim yok.
GARİP AĞAÇLARA BİR ÖRNEK

Hostelde büyük bir İsrailli grup var. Hepsiçok genç. Buraya çok gelirlermiş. Bir ara politika tartışıyoruz. Erdoğan’ı sevmiyoruz diyorlar. İnanılmaz milliyetçiler.18 yaşına gelince erkekler 3 sene kadınlar 2 sene askerlik yapıyormuş. Biz çok kuvvetliyiz Amerika, Rusya ve Çin’den sonra en güçlü ordu bizim diyorlar. Ben de ama bizim ordu çok kalabalık diyorum. Filistine giden gemiye İsrail askerlerin önce silahla saldırmadığını ama gemidekiler bıcak,baltayla onlara saldırınca ceplerinden gerçek silahlarını çıkardıklarını söylüyorlar. Medya ne kadar güçlü bir silah. Önemli olan insanlar ,ordular, savaşlar kötüdür falan diyorum ama pek anlayacak durumda değiller.
02.02.2012
Sabah erkenden yine dişçinin yolunu tutuyorum. Otelden 8 de git zira herkes randevulu diyorlar. Ben 7:45 de kapıdayım. Zil var çalıyorum kapı duvar. Saat 8 gibi bir adam geliyor kapıyı açıyor. Diş hekimini arıyorum diyorum. Bir yığın İspanyolca laf söylüyor. Aradan önemli olan bekle lafını anlıyorum. Hep böyle oluyor.onlar bir yığın laf söylüyor bazen bir kelimeden ne dediklerini çıkarıyorum. Çıkaramazsam da sevimli sevimli gülümsüyorum. Benim odacı zannettiğim adam meğerse diş hekimiymiş. Kaplamamı yapıştırıyor. Bu da İngilizce bilmiyor ama en azından Türkiyeyi biliyor.
ARI BALINI TOPLUYOR

Öğlen otobüsle El Calafate’ye döneceğim için nispeten kısa bir parkur seçip dağlara vuruyorum kendimi. Nursencim bu sene muhakkak Karadenize gidelim. Hatta belki Güzin de bizimle gelir. Aysun’u da alabiliriz. Dağları özlemişim. Kamp kuranları gördükçe içim gidiyor.
Burada büyülü bir dağ var .Fitz roy. Dimdik göğe yükseliyor.Adamın biri gün doğumunda fotorağrafını çekmiş. olağanüstü. Ama o dağı öyle görmeye hemen hemen hiç imkan yok çünkü tepesi genellile bulutlarla kaplı.
GÖRÜNMEYEN YÜCE DAĞIN KARŞISINDAYIM
Bu arada bizim hostelin avlusuna bir otobüs daha doğrusu iki otobüs geldi. arı otobüsün büyüğü.öndeki normal otbüs. arkada yatakhane ve mutfak var. masalar açıldı yemekler yapıldı. Almanlardan bir grupda böyle geziyor
ALMANLARIN KARAVANLARI
Otobüste yanımda İsrailli psikolog bir kız 6 aydır dolaşıyormuş.ondan da tiyöler alıyorum yollar üzerine. adı Limor politakayı ben de açmıyorum o da. ama sanırım kadar gençler kadar ilgili de değil.